DAVA DOSYASINDA GÖREVLİ SAVCILARIN USULSÜZLÜKLERİ


İÇİNDEKİLER


1. SORUŞTURMA AŞAMASINDA

1.1. Hukuk dışı yöntemlerle, “şüpheli” olması gereken kişilerin, suçlayıcı ifade vermeyi kabul etmeleri karşılığında “müşteki” yapılmaları ve yargılamadan muaf tutulmaları

1.2. Yusuf Selahattin Ergun isimli kişiye yönelik hukuka aykırı tutumları

1.3. Mehmet Zeki Gür isimli kişiye yönelik hukuka aykırı tutumları

1.4. Özkan Mamati dolandırıcılık dosyasının tefriki

1.5. Mal varlıklarına el konulması ve TMSF’nin kayyumluğundaki hukuksuzluklar

1.6. Avukat Hümeyra Nur Yavuz’un başına gelenler

1.7. Dosya üzerindeki gizlilik kararını kötüye kullanmaları

1.8. CMK m.160/2 hilafına soruşturma yürütmeleri

1.9. Etkin pişman şüpheli Altuğ Revnak Eti’nin SEGBİS sorgusu

1.10. Husumetli müştekilerin “polisçilik” oynamasına müsaade etmeleri

1.11. Benzer isnatlardan alınmış KYOK kararlarını görmezden gelmeleri

1.12. Hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delilleri kabul etmeleri

1.13. Hukuka aykırı yaptırılan fotoğraf teşhisleri

1.14. Etkin pişman şüpheli Fatih Mehmet Doğan’ın SEGBİS sorgusu

1.15. Mert Sucu olayındaki aleni hak ve hukuk ihlalleri

1.16. Merve Bozyiğit’in başına gelenler

1.17. Ali Şeref Gider’e yapılanlar

1.18. Mustafa Kuşçu’ya yapılanlar

1.19. Bilerek yapılan “yanlışlıklar”

1.20. Müvekkillere yüklenen suç/suçların neler olduğunu hiçbir zaman bildirilmemiştir.

1.21. Şüpheliler lehine deliller toplanmamış, göz ardı edilmiştir.

1.22. Sulh Ceza Hakimlikleri Anayasaya aykırı olarak ve Anayasa Mahkemesi kararlarını görmezden gelerek tutukluluk hali incelemelerini duruşmasız olarak ve süresi geçtikten sonra yapmıştır

1.23. Tutukluluk halinin değerlendirilmesi işlemleri soruşturma dosyasında yer alan tüm şüpheliler açısından ayrı ayrı yapılması gerekirken toplu bir şekilde yapılmıştır.

1.24. Tutukluluk halinin devamı ve devam kararına itirazın reddi kararlarının hiçbiri Anayasa m.141 anlamında gerekçeli karar özelliği taşımamaktadır

1.25. Şüphelilerin avukat görüşlerine kısıtlama getirilmesi

1.26. Etkin pişmanların ikinci ifadelerinin kanun hilafına kollukta alınmasına izin verilmiştir

1.27. Arama – el koyma kararlarındaki hukuksuzluklar

1.28. Arama el koyma kararında fiilin ve makul şüphenin ne olduğu açıkça gösterilmemiştir

1.29. Arama işlemi hukuka aykırı olarak icra edilmiştir.

1.30. CMK md. 134’e aykırılıklar

1.31. Hatalı, çelişkili ve yanlı değerlendirmeler

 

2. İDDİANAMEDE

2.1. CMK m. 170’e aykırılıklar

2.2. Lehe olan delillerin gizlenmesi

2.3. Faili olmayan suç isnatları

2.4. Somut gerçeklerle bağdaşmayan isnatlar sırf suç varmış gibi gösterilebilmek için iddianameye yazılmıştır

2.5. İddianamede, “virgül sonrası blok şekilde” yapılan suçlamalara itibar edilmiştir

2.6. İddianamede en temel kriter olan “amaç suç” yoktur

 

3. KOVUŞTURMA AŞAMASINDA

3.1. Sanıkları yanıltma çabası

3.2. Sanıklara yönelik çirkin üslup

3.3. Gözaltı müessesesinin suistimal edilmesi 





1. SORUŞTURMA AŞAMASINDA


Savcılar Serdar Akan ve Caner Babaloğlu Adnan Oktar ve arkadaşları hakkında devam eden soruşturma ve kovuşturma süreçlerinde hakka, hukuka ve adalete uygun şekilde hareket etmemiştir. İlk günden bu yana sayısız hukuksuzluğun içerisinde bulunmuş ve adeta Adnan Oktar ve arkadaşlarının karşı safında bulunan bir taraf gibi hareket etmişlerdir.

Oysaki 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununda savcıların da tarafsızlığını sağlamaya yönelik kurallar öngörülmüş olup, hukukun ve hakkaniyetin gereği olarak savcılarımızın taraflar arasında taraf oluyor imajı verebilecek bir tutum sergilemesi doğru değildir. Hele ki hemen her detayı kamuoyuna mal olmuş, hemen her gün onlarca habere konu olan böylesi büyük davalarda bu hususa daha da titizlik gösterilmesi gerektiği açıktır.

Somut olayımızda Savcı Serdar Akan ve Savcı Caner Babaloğlu;

Öncelikle ve çok bariz bir şekilde; 

KİŞİSEL DUYGULARA KAPILARAK GÖREV YAPTIKLARI KANISINI UYANDIRMIŞLARDIR. 

GÖREVLERİNİ DOĞRU VE TARAFSIZ YAPAMAYACAKLARI KANISINI UYANDIRMIŞLARDIR. 

MESLEKTAŞLARI OLAN MÜDAFİİLERE DURUŞMA SÜRESİNCE KIRICI DAVRANIŞLAR SERGİLEMİŞLERDİR.

 

1.1. Hukuk Dışı Yöntemlerle, “Şüpheli” Olması Gereken Kişilerin, Suçlayıcı İfade Vermeyi Kabul Etmeleri Karşılığında “Müşteki” Yapılmaları Ve Yargılamadan Muaf Tutulmaları:

Müşteki olarak ifadelerine başvurulan çok sayıda kişi, ifade verdikleri tarihten çok kısa süre öncesine kadar, ancak soruşturma başladıktan sonra da bu arkadaş grubu içerisinde yer aldıkları ifadelerinden anlaşılmaktadır. Emniyet birimleri ve Sayın Savcılığın değerlendirmesine göre soruşturma başladığı dönemde bu arkadaş grubu içerisinde yer alan “müşteki” diye ifade edilen kişilerin de diğer şüpheliler gibi TCK'nın 220'nci maddesi çerçevesinde şüpheli oldukları izahtan varestedir. Bu şahıslar dosya kapsamında yargılanan sanıklarla birlikte yıllarca bir arada bulunmuş, arkadaş grubunun faaliyetlerine katılmış ve iddianamede TCK'nın 220/2 kriteri olarak saydığı her eylemde bulunduklarını ifade etmişlerdir. Bu şahısların soruşturma başladıktan sonra da arkadaş grubunda yer aldıklarına dair pek çok belge bulunmaktadır.

Huzurdaki davada MÜŞTEKİ olarak yer alan bazı şahıslar, TCK'nın 220'nci maddesi kapsamında soruşturmanın başladığı tarihten yaklaşık bir yıl kadar sonra (2017-2018 yılları) bir takım beyanlarda bulunmuşlardır. Müşteki sıfatıyla ifade veren bu kişiler soruşturma kapsamındaki ifadelerinde; Çocuğun Nitelikli Cinsel İstismarı, Nitelikli Cinsel Saldırı, Şantaj, Kişiyi Hürriyetinden Yoksun Bırakma gibi bir takım suçları işlediklerini, bu suçlara yardım ettiklerini yahut da bu suçlardan haberdar olduklarını belirtmelerine karşın bu kimseler herhangi bir tutukluluk durumu yaşamadıkları gibi dosya kapsamı şüphelileri arasına dahi alınmamış bunun yerine MÜŞTEKİ olarak nitelendirilmişlerdir.

Hal böyle olmasına rağmen dosya kapsamında beyanda bulunan ve MÜŞTEKİ olarak kabul edilen bu şahısların ifade tarihlerinin 2017-2018 yıllarını kapsadığı yani ifade tarihlerinin soruşturmanın başladığı tarihin sonrasına ait olduğu hususu göz ardı edilerek müşteki olarak kabul edilmesi mümkün değildir. Zira TCK’nın 221/2’inci fıkrasına göre;

"Örgüt üyesinin, örgütün faaliyeti çerçevesinde herhangi bir suçun işlenişine iştirak etmeksizin, gönüllü olarak örgütten ayrıldığını ilgili makamlara bildirmesi halinde, hakkında cezaya hükmolunmaz." 

TCK'nın 221/4 fıkrası ise;

“Suç işlemek amacıyla örgüt kuran, yöneten veya örgüte üye olan ya da üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen veya örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden kişinin, gönüllü olarak teslim olup, örgütün yapısı ve faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili bilgi vermesi halinde, hakkında örgüt kurmak, yönetmek veya örgüte üye olmak suçundan dolayı cezaya hükmolunmaz. Kişinin bu bilgileri yakalandıktan sonra vermesi halinde, hakkında bu suçtan dolayı verilecek cezada üçte birden dörtte üçe kadar indirim yapılır..” 

hükmünü amirdir.

Buna göre soruşturma başladıktan sonra beyanda bulunan kişilerin Suç Örgütü isnadına ilişkin bu beyanları nedeniyle, haklarında cezaya hükmolunmaması için öncelikle şüpheli sıfatıyla yargılanmaları ve örgütün amacı doğrultusunda suç işlememeleri gerektiği açıktır. Zira bu şahıslar hakkında ancak ceza yargılaması neticesinde, suç örgütünün varlığının ispatı halinde ve başka suçlara karışmamış olmaları koşuluyla “Ceza Verilmesine Yer Olmadığı” kararı verilebilir. Ancak yapılan yargılamada bir suç işlediklerine kanaat getirilirse bu sefer ceza verilecek ancak belli oranda indirim yapılacaktır. Hal böyle olmasına karşın yukarıda isimleri sayılan şahısların aynı dosya kapsamında yargılanarak ŞÜPHELİ sıfatını almaları ve ceza yargılamasından çıkacak sonuca göre değerlendirilmeleri gerekmekte iken hiç soruşturma kapsamına alınmamaları Anayasal anlamda EŞİTLİK İLKESİne de aykırılık teşkil etmektedir.

TCK’nın 221’inci maddesi, yalnızca TCK md. 220 kapsamında işlenen suçlar yönünden etkin pişmanlık hükümlerini düzenlemiştir.Bu açıdan bir örgüte üye olduğunu ve bu örgüt kapsamında etkin pişmanlık hükümlerine tabi olmayan bir takım başkaca suçları daha işlediğini, bu suçlara iştirak ettiğini ikrar eden bir kişi sadece TCK md. 220 bakımından cezasızlık ya da ceza indirimine tabi tutulabilecektir.

Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 29/03/2016 tarihli 2016/154, 15/12/2015 tarihli ve 2015/515, 24/11/2015 tarihli ve 2015/419 sayılı kararlarında belirtildiği üzere;

“Etkin pişmanlığın uygulanabilmesi için öncelikle kanunda o suç ve faili bakımından buna imkan tanıyan özel bir hüküm bulunması gerekir. Her suç açısından etkin pişmanlığın uygulanması mümkün değildir. Bir suç türü bakımından kanunda etkin pişmanlık düzenlemesi öngörülmemiş ise “kanunilik ilkesi” uyarınca kıyas veya yorum yoluyla da olsa etkin pişmanlık uygulanamaz.”

Bu kapsamda müştekilerin bizzat işlediklerini veya suça iştirak ettiklerini söyledikleri, tüm cinsel suçlardan ya da TCK md. 220 dışındaki diğer suçlardan dolayı şüpheli sıfatına haiz olmaları gerekirken, 1esasında başından beri yanlış uygulanarak müşteki kabul edilen bu kişilerin cinsel suçlar yönünden etkin pişmanlık hükümlerine tabi olmadıkları çok açıktır. İtirafçı sanıklardan Murat Develioğlu, turnike denilen sisteme dahil olduğunu ve bir çok kez bu sistem içinde kadınlarla birlikte olduğunu isim vererek beyan etmesine rağmen, iddianamede Murat Develioğlu hakkında cinsel suç isnadı bulunmaması, etkin pişmanlık hükümleri cinsel suçları kapsamamasına rağmen etkin pişmanlıktan yararlanan sanıkların cinsel suçlardan tahliye edilmesi de dikkat çekmektedir.

Yukarıda izah edilen tüm bu sebeplerle, soruşturma tarihinden çok sonra savcılığa beyanda bulunarak ifadesi alınan ve bir takım suçları işlediklerini ya da suçlara iştirak ettiklerini bildiren ALPER ÜNEK, ASİYE SANDIKÇI, ASLI BEKTAŞ, ÜMİT KURUCA, ÖZKAN MAMATİ, UĞUR ŞAHİN, AZİME ARIK, BAHAR KUŞTEPE, BAŞAK BALLICA, BENGİSU GÜLER, BEYZA BANU YAVUZ, BEYZANUR ÇELEBİOĞLU, BEYZA ÖZALICI, DENİZ ŞAKAK, DİLAN ASLAN, EBRU ALKAN, ECENAZ UÇER, ELİF BAYLAN, ELMAS HİLAL KAHRAMAN, EZGİ ÇELENLİOĞLU, FUNDA AKIŞ, FUNDA YILDIZ, GAMZE BASIN, GİZEM TAR,GÖNÜL DUYAR, HANDENUR ÜNAL, HANİFE AKALIN, HATİCE URAL, İFFET PİRAYE YÜCE, MEHMET EMİN KOÇ, MERVENUR GÖZCÜ, MERVE TEZEL, NİLGÜN SAĞLAM, ÖMER TÜZGÜ, ÖZLEM ÇAĞLAYAN, ZEYNEP CEREN YİĞİTCAN, YUSUF SELAHADDİN ERGÜN, YAREN GÜLDİKEN, ŞEYMA YAYLA, SERPİL EKŞİOĞLU, SAMİN RAHBARFARZAMASL, RAMAZAN MANAY, CEYLAN ÖZGÜL gibi kişiler müşteki olarak değerlendirilmiş ancak şüpheli olması gerekmektedir.


1.2. Yusuf Selahattin Ergun İsimli Kişiye Yönelik Hukuka Aykırı Tutumları:

Yusuf Selahaddin Ergün isimli müşteki, sözde örgütün içerisinde yıllar boyunca kaldığını söylemesine ve hatta sözde turnike olarak adlandırılan sisteme girdiğini vs açıklamasına rağmen; Savcılık ifadesini müşteki sıfatıyla almış ve neticesinde bu kişi bakımından takipsizlik kararı vermiştir. Her ne kadar ifade tutanağında müşteki yazsa da, takipsizlik kararında müşteki-şüpheli olarak gösterilmiştir. Bu da en azından örgüt üyeliğinden şüpheli olduğunu göstermektedir. Daha sonrasında ise Savcı Serdar Akan hiçbir gerekçe göstermeden 04.07.2019 tarihli kararıyla bu kişi hakkında takipsizlik kararı vermiştir. Karar metni üzerinde karar numarası yer almamaktadır. 

İtirafçı olduğundan etkin pişmanlık hükümlerinden yararlandırılmış olduğunu düşünsek bile, ki bu konuda bir bilgi-belge bulunmamaktadır, örgüt üyeliği dışında bir suçtan (cinsel saldırı vb.) etkin pişmanlık söz konusu değildir. Bu kişinin bu konuda ikrarı olmasına rağmen dava açılmaması hukuka aykırı bir durumdur. 

Benzer hukuki durumda bulunan yüzlerce kişi hakkında iddianame düzenlenmiş ve yıllardır cezaevinde tutulmaktayken, emniyet ifadesinde babasının Milli İstihbarat Teşkilatı’nda Daire Başkanlığı yaptığını beyan eden Yusuf Selahaddin Ergün’e has olarak hem de gerekçesiz bir şekilde takipsizlik kararı verilmesi son derece şüphe uyandırıcı olmuştur. 

MÜŞTEKİLER ve ETKİN PİŞMANLAR HER AŞAMADA HUKUKA AYKIRI YÖNTEMLERLE KOLLANMIŞTIR

Müdafi Ayşe Toprak 01.03.2019 tarihinde şikayette bulunarak Uğur Şahin tarafından sosyal medya yapılan tehdit ve hakaretleri ortaya koymuştur. Akan bu şikayeti “iddiaların soruşturma dosyamızın konusu olmadığı, doğrudan bağlantılı olmadığı” gerekçesiyle reddetmiştir. Oysa, Uğur Şahin tarafından yazılmış olan tutuklu müvekkili şüpheli Adnan OKTAR'a yönelik 

"Geçen birisi sordu müebbet alır mı? bende daha beter olacak dedim. Daha beteri ne ki???? şu, bu herif içerde ölse yatmaya devam edecek!!!! Mezarı cezaevinin bahçesinde olacak, oraya gömecekler öyle düşünün." 

şeklindeki mesajlarının soruşturma dosyası ile bağlantılı olmadığı iddia edilemez. 

Savcı Serdar Akan, bir diğer müdafi Av. Sinem Mollahasanoğlu tarafından, müştekilerin husumetini delillendirmek bakımından dosyaya sunulmak istenen ve dosyayla doğrudan bağlantılı olan bazı sosyal medya paylaşımlarını içeren dilekçe için de aynı bahaneyi öne sürmüştür. 

Savcı Caner Babaloğlu’nun bazı kişileri kayırdığı ve tarafgir davrandığı hususunda şüphe uyandıran bir kararı şu şekildedir: Mehmet Murat Develioğlu isimli kişi tutuklandıktan sonra cezaevinin olumsuz şartlarına ve husumetli müştekilerce yapılan baskılara dayanamayarak etkin pişmanlık yasasından yararlanmaya mecbur kalmış ve bir takım sözde itiraflarda bulunmuştur. 

Murat Develioğlu bu itiraflarının ardından Savcılık tarafından; “…örgütün hiyerarşik gruplarının anlaşılır hale geldiği, hiyerarşik yapısına dahil olduğu örgütün dağılmasına, maddi hakikate ve adalete ulaşılması için samimi beyan ve ikrarlarda bulunmuş olduğu anlaşılmış olup, suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma suçu açısında adli kontrol şartı tahliyesine, NİTELİKLİ CİNSEL SALDIRI VE CEBİR TEHDİT VEYA HİLE KULLANARAK KİŞİYİ HÜRRİYETİNDEN YOKSUN KILAN SUÇLARI AÇISINDAN TUTUKLULUK HALİNİN DEVAMINA” talebiyle İstanbul 10. Sulh Ceza Hakimliği’ne sevk edilmiştir.

İstanbul 10. S.C.Hakimliği ise 17.12.2018 tarih 2018/7560 D.iş sayılı kararıyla M. Develioğlu’nun; 

“Şüpheliler ……….., Mehmet Murat Develioğlu’nun CMK 108 ve devamı maddeleri gereğince TUTUKLULUK HALLERİNİN DEVAMINA…

… İstanbul C.B.Savcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosu’nun Suç İşlemek Amacıyla Kurulan Örgüte Üye Olma suçundan MEHMET MURAT DEVELİOĞLU HAKKINDAKİ TAHLİYE TALEBİNİN REDDİNE...” 

dair karar vermiştir.

Ancak bu durumdan hemen sonra 18.12.2018 tarihinde (1 gün sonra) Savcı Caner Babaloğlu tüm suçlamalardan (etkin pişmanlık hükümlerinin uygulama alanı olmayan cinsel isnatlar da dahil olmak üzere) sanık Mehmet Murat Develioğlu’nun re’sen tahliyesine karar vermiştir.

17.12.2018 tarihinden itibaren sanığın hukuki durumunu değiştirecek hiçbir gelişme olmamasına rağmen, etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanmasının mümkün olmadığı suçlamalar bakımından Cumhuriyet Savcısı Caner Babaloğlu tarafından re’sen tahliye kararı verilmiştir.(EK4)

Bu tahliye kararının hukuki hiçbir alt yapısı olmadığı gibi taraflar nezdinde etkin pişmanlık yasasının teşvik edilmesinin önünün açılması ve cezaevindeki diğer dosya tutuklularına emsal olması bakımından verildiği düşünülmektedir. Nitekim cezaevinde bulunan dosyamız tutukluları üzerinde benzer baskılar yargı eliyle de birçok farklı şekilde tezahür etmiştir. 

Örneğin; yine aynı tarihlerde etkin pişmanlık yasasına başvuran Gülcan Karakaş isimli şüpheli, savcılık tarafından “tutukluluk halinin devamı” talebiyle Sulh Ceza Hakimliğine sevk edilmiştir. Ancak talebi inceleyen İstanbul 7. S.C.Hakimi Ersin Öztürk 16.01.2019 tarihli kararında; “…etkin pişmanlığa teşvik edilmesi gerektiği hasıl olmakla…” diyerek tamamen yanlı ve hukuka aykırı bir tahliye kararın altına imza atmıştır. 


1.3. Mehmet Zeki Gür İsimli Kişiye Yönelik Hukuka Aykırı Tutumları:

İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesinin 2019/313 Esas sayılı dosyasının müştekisi Özkan Mamati 10.04.2018 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Savcılığının 2016/103113 sayılı soruşturma dosyasına sahte bir fişleme belgesi sunmuştur.“Fişlemedeki “Açıklama” başlıklı paragraftan da anlaşılacağı üzere Mehmet Zeki GÜR’ün ünlü bir iş adamının oğlu olduğunu, güya Sayın Adnan OKTAR’ın arkadaşları arasında yer aldığını, babasının FETÖ’cü olduğunu, Mehmet Zeki GÜR’ün güya Adnan Bey’e küçük yaşta kızlar götürdüğünü, sözde 16 yaşında iki kıza cinsel istismarda bulunulmasına aracılık ettiğini iddia etmiştir.

Mehmet Zeki GÜR’ün bir fotoğrafının da bulunduğu sahte fişleme belgesini, Özkan MAMATİ imzalayarak emniyet görevlilerine sunmuştur.

“Adını Zeki olarak bildiğim ve açık kimlik bilgilerini tarafınızdan öğrendiğim bu kişi ÖRGÜTE YENİ KATILDI” (2016/103113 Soruşturma dosyasına ait– 01.06.2018 tarihli Ümit KURUCA imzalı teşhis tutanağı)

“Adını Zeki olarak bildiğim ve açık kimlik bilgilerini tarafınızdan öğrendiğim bu kişi ÖRGÜTE YENİ KATILDI, ÖRGÜTE KÜÇÜK YAŞTA KIZ GETİRMEKTEDİR” (2016/103113 – 02.06.2018 tarihli Özkan MAMATİ imzalı teşhis tutanağı)

İstanbul Başsavcılığının 31.08.2018 tarih ve 2016/103113 soruşturma numaralı dosyadan talebi üzerine şüpheli Mehmet Zeki GÜR hakkında yurtdışı çıkış yasağı kararı  verilmiştir. 

11.07.2018 tarihinde operasyon yapılmış her nasılsa operasyonda Mehmet Zeki Gür ile beraber adli kontrol kararı verilen hemen herkese gözaltı kararı verilmiş olmasına rağmen Mehmet Zeki Gür’e yönelik bir karar alınmamıştır. 

16.10.2018 tarihinde Emre Kutlu tarafından verilen ifadede Emre Kutlu; Mehmet Zeki Gür Adnan Oktar Suç Örgütü ile bağlantısının varlığını kabul ederek “ayak işlerini yapar” şeklinde bir açıklamada bulunmuştur.

30.01.2019 tarihinde kumpaslarına “cinsel istismar” isnadı da ekleyerek yeni bir aşamaya taşımışlardır. Bu fotoğraf teşhis tutanağına göre müşteki Beyza Özalıcı  “Açık kimlik bilgilerinin tarafınızdan öğrendiğim bu kişiyi Mehmet Zeki GÜR olarak tanırım. Fotoğrafını görünce teşhis ettiğini bu kişi ile ben henüz 16 yaşında iken kendi beyanına göre imam olduğunu ve kendisine bu tür ilişkinin serbest olduğunu söylemesi ile vajinal ilişki yaşadım.” şeklinde beyanda bulunmuştur. 

Daha sonra 28.06.2019-08.07.2019-12.07.2019 tarihlerinde yazılan iddianamelerde Mehmet Zeki Gür için dava açılmamıştır. Beyza Özalıcı isimli kişinin fotoğraf teşhis tutanağında belirtmiş olduğu 13 kişi bulunmaktadır. Bu fotoğraf teşhis tutanaklarında cinsel suç isnadında bulunduğu kimler varsa; onlar hakkında iddianame yazım tarihlerinde dava açılmış ve şu an halen derdest olan dosyada yargılanmaktadırlar. Ancak Mehmet Zeki Gür ile ilgili olarak herhangi bir işlem tesis edilmemiştir. 

Hukuken anlam veremediğimiz bir biçimde “hukuki durumu birebir aynı kişiler olmasına rağmen” o kişilerin yargılanırken Mehmet Zeki Gür için şikayet edilen Savcı Caner Babaloğlu tarafından 2016/103113 soruşturma numaralı dosyadan 20.06.2019 tarihinde gerekçesiz olarak “tefrik kararı” verilmiştir. 

Operasyonda ve iddianamede kendisine yer verilmeyen daha sonra da “FETÖ Borsası” benzeri bir durumla şikayet edilen yeni soruşturma dosyası da savcı Serdar Akan’a verilmiştir.

Diğer kişilerle aynı suçlamalara sahip olmasına rağmen kendisine iddianameye kadar operasyon yapılmaması, iddianamede yer verilmemesi ancak bu aşamaya kadar Mehmet Zeki Gür’ün ifadesine de hiçbir şekilde başvurulmamış olması açıklanabilir bir durum değildir. Bu nedenle de ilgili savcılar hakkında bu durumun da araştırılarak eylemlerine uyan ceza ile cezalandırılmaları gerekmektedir.

 

1.4. Özkan Mamati Dolandırıcılık Dosyasının Tefriki:

Camiamıza husumeti herkesçe bilinen İstanbul 30. Ağır Ceza mahkemesinin 2019/313 Esas sırasına kayıtlı dosyada MÜŞTEKİ SIFATI SAVCILIKÇA VERİLMİŞ OLAN ÖZKAN MAMATİ isimli kişi şu an yargılanan yüzlerce kişi gibi aynı camia içerisinde yıllarca kaldığını beyan etmiş ve hatta kendi ticari faaliyetleri esnasında işlediğini dile getirdiği dolandırıcılık suçunu da açıkça İTİRAF etmiştir.  Buna rağmen soruşturma dosyasından anlaşılan bazı yazılarda etkin pişman olarak adlandırılmış daha sonra ise “şüpheli” sıfatı ortadan kalkmış ve Özkan Mamati’nin “müşteki” olduğu belirtilerek kovuşturma aşamasına geçilmiştir. 

Hatta daha vahimi, bu kişinin kendi başına işlediğini itiraf ettiği suçlar bakımından bazı kişiler  sorumlu tutularak haklarında dava açılmış ancak ASLİ FAİL konumunda bulunan Özkan Mamati isimli kişinin dosyası soruşturma sonucunda tefrik edilmiştir.

Ortada bir “dolandırıcılık” iddiası vardır. Özkan Mamati bu suçu kendisinin işlediğini ifade etmekte, (gerçeğe aykırı ve iftira niteliğinde) başkaca sanıkların talimatıyla bu dolandırıcılığı yaptığını ve gelirini de varlığını iddia ettiği örgüte verdiğini iddia etmektedir. Ancak bunların dışında emir-talimat ilişkisine yahut gelirini varlığını iddia ettiği örgüte verdiğine dair “kendisinin beyanı dışında” hiçbir delil sunamamıştır. 

Bu iddialar nedeniyle yönetici isnadı ile yargılanan 12 kişi ve Özkan Mamati’nin şirket ortağı Murat Yeşiltuna hakkında kamu davası açılmıştır. Bilindiği üzere CMK m.170/2 gereğince kamu davasının açılması için “yeterli şüphe” aranmaktadır. Cumhuriyet savcısı tarafından Özkan Mamati’nin “itirafı” esas alınarak ifadesinde zikrettiği kişiler için kamu davası açmaya yeterli şüphe görülüp kamu davası açılmasına rağmen, itirafta bulunan kişi için “yeterli şüphe” görülmeyerek dosyasının tefrik edilmesi akıl almaz bir hukuksuzluktur. 

Bu olayla ilgili olarak 17.10.2019 tarihinde İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2019/313 Esas sayılı dosyasının duruşmasında, sanık Murat Yeşiltuna’nın sorgusu esnasında dosyanın savcısı şikayet edilen Serdar Akan dolandırıcılık olayı ile ilgili olarak Özkan Mamati’nin “aklanmadığını” ancak “dosya ile ilgili bir belgenin beklendiğini” belirterek Özkan Mamati’yi himaye etme gerekçelerini açıklamak zorunda kalmıştır. 

Yargılananların vicdanında müştekilerin kayırıldığı algısını uyandıran dolandırıcılık suçlaması nedeniyle asli fail olduğunu beyan eden ve beyanı doğrultusunda kişilere yönelik dava açılan Özkan Mamati hakkında 20.06.2019 tarih ve 2019/10267 Karar numarası ile verilen tefrik kararı, şikayet edilen Savcı Caner Babaloğlu (118957) tarafından verilmiştir.

Ancak dosya kapsamından anlaşılacağı üzere bu eylem “örgüt faaliyeti” çerçevesinden işlendiği iddia olunan bir eylemdir. Bu nedenle de TCK m. 220/5 gereğince tüm yönetici isnadı ile yargılanan kişiler hukuka aykırı bir biçimde tutuklanmışlardır. Malumunuz olduğu üzere “örgüt faaliyeti” çerçevesinde bir suç işlenmesi halinde suça ilişkin tüm (azmettiren, asli fail) yargılamanın birlikte yapılması gerekir. Bununla beraber; “örgüt faaliyeti” çerçevesinde bir suçun işlendiği iddia olunması halinde de asli fail olan kişinin “örgüt üyesi” ya da “örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden” kişi konumunda olması gerekmektedir. Ancak Özkan Mamati’nin dosyaya müşteki olarak kaydının yapılması ve hakkında “soruşturma aşamasında etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanan” şeklinde müzekkerelerde belirtmeler olmakla beraber; TCK m. 220 kapsamında herhangi bir KYOK veya dava açılmak suretiyle işlem tesis edilmemesi de savcıların hukuka aykırı ve bir kısmı himaye eder tutumunu açıkça ortaya koyar mahiyettedir.

Yine benzer şekilde Uğur Şahin isimli husumetli müşteki de işlediğini iddia ettiği suçlar olmasına rağmen müşteki sıfatıyla soruşturmada yer almış ve daha sonrasında hakkında tefrik kararı verilmiştir. 

Yargılananların vicdanında müştekilerin kayırıldığı algısını uyandıran 20.06.2019 tarih ve 2019/10267K numaraları bu tefrik kararlarını savcı Caner Babaloğlu vermiştir.  

 

1.5. Mal Varlıklarına El Konulması Ve TMSF’nin Kayyumluğundaki Hukuksuzluklar:

Şikayet edilen savcılar tarafından soruşturma sürecinde çok sayıda şirket hakkında, şüphelilerin şirket paylarının idaresi için, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’nun kayyum olarak atanması talebiyle 2 defa Sulh Ceza Hakimliği’ne başvurulmuş, bunun üzerine talepler kabul edilerek; İstanbul 8. Sulh Ceza Hakimliği’nce 07.06.2018 tarih ve 2018/2802 d.iş sayılı, İstanbul 3. Sulh Ceza Hakimliği’nce 20.09.2018 tarih ve 2018/4598 d.iş sayılı ve İstanbul 1. Sulh Ceza Hakimliği’nce 26.09.2018 tarih ve 2018/4656 d.iş sayılı kararları verilmiştir.

Ancak bu kararlar, kanunun açık hükümlerine aykırı olarak, TMSF’nin kayyum olarak atanması için gereken şartlar mevcut değilken verilmiştir. Şöyle ki;

TMSF’nin kayyum olarak atanmasıyla ilgili, 24.10.2016 tarihli 6758 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul edilmesine Dair Kanun’un (674 Sayılı KHK) 19/2 maddesinde;“…Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten sonra ve olağanüstü halin devamı süresince terör örgütlerine aidiyeti, iltisakı veya irtibatı nedeniyle Ceza Muhakemesi Kanununun 133 üncü maddesi uyarınca şirketlere ve bu Kanun Hükmünde Kararnamenin 13 üncü maddesi uyarınca varlıklara kayyım atanmasına karar verildiği takdirde, kayyım olarak Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu atanır...“şeklinde belirtilmiştir.

Kanun hükmünden anlaşılacağı üzere, TMSF’nin kayyum olarak atanabilmesinin iki şartı bulunmaktadır. Birincisi, olağanüstü halin devam ediyor olması ikincisi ise terör örgütlerine aidiyet, iltisak veya irtibat bulunması gerekmektedir. 

İstanbul 8. Sulh Ceza Hâkimliği’nin 07.06.2018 tarih, 2018/2802d.iş sayılı kararın kanunun açık hükmüne aykırılığı:Bu karar verilirken OHAL devam ettiğinden birinci şart gerçekleşmiştir. Ancak Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talebinde terör örgütüyle irtibattan bahsedilmediğinden ve Sulh Ceza Hakimliği tarafından “terör örgütlerine aidiyeti, iltisakı veya irtibatı nedeniyle” kayyım atanmasına karar verilmediğinden, bu karar kanunun açık hükmüne aykırı olmuştur.

Nitekim TMSF tarafından, Savcılığa gönderilen11.07.2018 tarih 81514179-640-E.14273 sayılı yazıda; Sulh Ceza Hâkimliği kararında, terör örgütüyle bağlantı nedeniyle karar verildiğine dair bir ibare bulunmadığından hâkimlik kararını uygulamakta tereddüt yaşadıkları bildirilmiştir.

Bunun üzerine şikayet edilen savcılar TMSF’nin yazısıyla bu kararın kanunun açık hükmüne aykırı olduğunun farkına varmış ve 13.09.2018 ve 14.09.2018 tarihlerindeSulh Ceza Hakimliği’ne başvurarak; daha önce verilen karar yanlış olduğundan ve bu karara göre TMSF kayyum olarak görevlendirilemeyeceğinden, yeni bir karar verilmesini talep etmiştir.

İstanbul 3. Sulh Ceza Hâkimliği’nin 20.09.2018 tarih ve 2018/4598 d.iş sayılı ve İstanbul 1. Sulh Ceza Hâkimliği’nin 26.09.2018 tarih ve 2018/4656 d.iş sayılı kararlarının kanunun açık hükmüne aykırılığı:TMSF’nin uyarısıyla, 07.06.2018 tarihli kayyum atama kararının kanunun açık hükmüne aykırı olduğunun farkına varan Savcılığın talebiyle, Sulh Ceza Hakimlikleri tarafından iki yeni karar verilmiştir. Ancak verilen bu yeni kararlar, TMSF’nin kayyum olarak atanması şartlarından biri olan “OLAĞANÜSTÜ HALİN DEVAMI SÜRESİNCE”şartı mevcut değilken verilmiştir.

Ülkemizde OHAL 18.07.2018 tarihinde sona ermiştir. Oysa yeni alınan TMSF’nin kayyum olarak ataması kararları, OHAL bittikten çok sonra 20.09.2018 ve 26.09.2018 tarihlerinde verilmiştir. 6758 sayılı Kanunun 19/2 maddesindeki, “…Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten sonra ve olağanüstü halin devamı süresince terör örgütlerine aidiyeti, iltisakı veya irtibatı nedeniyle Ceza Muhakemesi Kanununun 133 üncü maddesi uyarınca şirketlere ve bu Kanun Hükmünde Kararnamenin 13 üncü maddesi uyarınca varlıklara kayyım atanmasına karar verildiği takdirde, kayyım olarak Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu atanır...“hükmüne göre çok açık bir şekilde belirtilen olağanüstü halin devamı süresince şartı, İstanbul 3. SCH 2018/4598 d.işve İstanbul 1. SCH 2018/4656 d.iş sayılı kararı verilirken mevcut olmadığından, bu yeni kararlar da hukuka ve kanunun açık hükmüne aykırı olmuştur.

Netice olarak şikâyet edilen savcılar usul ve yasaya aykırı bir şekilde dosyamız şüphelilerinin şirket paylarının TMSF’ye devrini sağlamışlar ve TMSF’nin uyarılarına rağmen bu kanunsuz uygulamayı sürdürerek şüphelileri, şirket çalışanlarını ve yakınları haksız yere mağdur etmeye devam etmektedirler. 

 

1.6. Avukat Hümeyra Nur Yavuz’un Başına Gelenler:

Adnan Oktar ve arkadaşları tutuklandıktan sonra Türkiye’nin dört bir yanındaki cezaevlerine dağıtıldılar. Bunların arasında yer alan Kandıra Cezaevi’nde müvekkilleri olan avukat H. N. Y.’nin başına bu süreçte çok karanlık bir olay geldi.

H. N. Y. camiayla hiçbir tanışıklığı olmayan bir avukattır. Şüpheliler çok değişik illerdeki cezaevlerine dağıtıldığından dolayı, birden fazla 28.08.2018 tarihinde basında hakkında çıkan asılsız haberlere istinaden İstanbul Mali Şube Müdürlüğü’ne telefonla ulaşarak bilgi almak istemiş, ancak konuştuğu Ayhan Komiser kendisine şu şekilde hitap etmiştir:

“Şimdi ne yapmak istiyorsun? Tamamen kurtulmak mı istiyorsun? Bize yardım mı etmek istiyorsun? Ayça Pars itirafçı oldu, Ayça Pars gibi zayıf halka gördüğün birileri varsa bize bildir.”

Bu hitaptan dolayı şaşıran Avukat H. N. Y. şöyle cevap vermiştir:

“Ben avukatım, sanki şüphelilere isnat edilen suçlamalara ilişkin bir bağım varmış gibi konuşmanızdan son derece rahatsız oldum. Benimle ilgili bir tahkikat var ise Adalet Bakanlığı’ndan izin alınması gerekir.”

Bunun üzerine Ayhan Komiser dosya savcısının kendisini İstanbul’a çağıracağını söyleyerek telefonu kapatmıştır. 

Avukat H. N. Y. bu görüşmeden 2 gün sonra başka işleri için İstanbul’dayken Ayhan Komiseri telefonla arayarak savcı bey ile görüşüp görüşmediğini sormuştur. Aldığı cevap ise, Baybars isimli

Başkomiserin kendisini Mali Şube’de beklediği olmuştur. Avukat H. N. Y. de savcı ile görüşüldüğünü düşünerek bu görüşmeye gitmiştir. 

Başkomiser Baybars bu görüşme sırasında şu cümleleri sarfetmiştir:

“Buraya gelerek doğru yaptın, devletin burada olduğundan haberi var. Baban seni nasıl emekli bir emniyet mensubu ve baba olarak koruyor ise biz de seni o şekilde koruyacağız.”

Bu ifadelerden şaşkınlığını ve duyduğu rahatsızlığı beyan etmesi üzerine ise Baybars Komiser, tutuklulardan ziyade dışarıdan herhangi bir kişi kendisine ulaşmak isterse Mali Şube’ye haber vermesini istemiştir. 

Bu görüşmeyi takip eden günlerde Ayhan Komiser Avukat H. N. Y.’yi defalarca telefonla arayarak hem rahatsız etmiş, hem de şüpheli konumuna sokulabileceği imasıyla üstü kapalı tehdit etmiştir. 

Avukat H. N. Y. Mali Şube’ye gidiş tarihi 31.08.2018’dir. Sonraki günlerde Ayhan Komiser tarafından ‘’taciz’’ edilmesi fakat bu tacizlere cevap vermemesi üzerine, 10.09.2018 tarihinde çeşitli basın organlarına şu yalan haber servis edilmiştir:


Basında bu haberler çıkar çıkmaz Ayhan Komiser Avukat H. N. Y.’yi cep telefonundan arayarak şunları söylemiştir:

Basında çıkan haberleri gördün mü? Artık ifadeni almamız gerekiyor. Dosya savcısının her şeyden haberi olur mu sanıyorsun? Soruşturmayı biz yürütüyoruz, ifadeni almamız gerekiyor.

Tüm bu baskılara rağmen boyun eğmeyen Avukat H. N. Y., bağlı bulunduğu Kocaeli Barosu’ndan yardım istemiştir. 17.09.2018 tarihinde dosya savcısı Serdar Akan ile yaptıkları görüşmede Savcı Serdar Akan avukata şöyle bir teklifte bulunmuştur:

Etkin pişman Ayça Pars senin hakkında şikayette bulunmuş. Aynı şekilde 5-6 aile daha şikayette bulunmuş. Avukat olarak sır saklama yükümlülüğün var fakat eğer şüpheli konumuna geçersen bu yükümlülük kapsamında ihlal ile karşılaşmama ihtimalin var. Vatan Caddesi’ne git, şüpheli olarak ifade ver.

Bunun üzerine Avukat H. N. Y. yine geri adım atmamış ve bir şikayet dilekçesiyle başına gelenleri anlatarak Ayça Pars’tan, Lütfiye Semin Babuna’dan ve soruşturma makamının öngöreceği diğer kişilerden İFTİRA, SUÇ UYDURMA, HUZUR ve SÜKUNETİ BOZMA ile MESLEĞİNİ YAPTIRMAMA suçlarından şikayetçi olmuştur. 

 

1.7. Dosya Üzerindeki Gizlilik Kararını Kötüye Kullanmaları:

Bilindiği üzere soruşturma süreci başından sonuna kadar iyi niyetten uzak bir şekilde gizli olarak yürütülmüştür. İddia makamı deyim yerindeyse gizlilik kararının arkasına sığınarak birçok hukuksuzluğa imza atmış, sanıkların etkin savunma haklarını kısıtlamış ve husumetli kişilerce yürütülen anti propagandaya göz yummuştur. 

Sanıklar kendileri hakkında hangi suç isnatları ve hangi somut delillere dayalı tutuklama, el koyma ve sair kararların verildiğini hiçbir zaman öğrenememişlerdir. CMK m.153/3 uyarınca suret almaya haiz oldukları evraklar dahi kendilerine ve müdafilerine verilmemiş, yaptıkları ısrarlı talepler sonuçsuz kalmıştır.

Ancak tüm bunlara rağmen husumetli müştekiler ve bağlantılı oldukları basın mensupları dosyadaki her gelişmeyi öncesinden bilmişler ve gayrimeşru amaçları doğrultusunda kullanabilmişlerdir. İddia makamı ise tüm bu hukuka aykırı sürece göz yummuştur.

Savcılık, 20.09.2016 tarihli OHAL kapsamında çıkartılan 668 sayılı KHK’nın 3/1-l maddesi uyarınca dosyanın kısıtlanmasına karar vermiştir. Daha sonrasında OHAL’in kaldırılmasının ardından Savcılığın talebi üzerine İstanbul 7. Sulh Ceza Hakimliği’nin 19.07.2018 tarih, 2018/3756 d.iş sayılı kararı ile dosya üzerinde yeniden gizlilik kararı verilmiştir.

Her ne kadar soruşturma dosyasında kısıtlılık kararı olsa dahi CMK m. 153/3 hükmü çok açıktır ve bu hüküm gereğince taraflara verilmesi gereken belgeler bellidir. Kanun metninde bu belgeler arasında bilirkişi raporları da açık bir şekilde sayılmıştır. 

Hal böyleyken, tarafımızca birçok kez dosyadaki bilirkişi raporları talep edilmiş ancak SAVCILIK TARAFINDAN KATİ SURETLE TALEPLERİMİZE OLUMLU YANIT VERİLMEMİŞTİR. Hatta 08.04.2019 tarihli bir talebimize karşılık Cumhuriyet Savcısı Caner Babaloğlu tarafından Masak Raporunun teknik anlamda bilirkişi raporu olmadığı öne sürülerek talebin reddine karar verilmiştir.

 

1.8. CMK M.160/2 Hilafına Soruşturma Yürütmeleri:

CMK m.160/2” Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, ŞÜPHELİNİN LEHİNE ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür”

Madde hükmü açık bir emir içermekte olup, soruşturma organının faaliyetlerine hâkim ilkelerden biri olan “dürüstlük ve hakkaniyet” ilkesi ile paralel olarak şüphelilerin haklarını koruma altına almıştır. Ancak soruşturma savcıları kanunun bu açık hükmüne riayet etmemiş, tarafımızca yapılan talepleri de göz ardı etmiştir. Hangi suç isnatları ve delillerden yargılandığını bilmediğimiz şüpheliler bakımından CMK m.160/2 uyarınca toplanmasını talep ettiğimiz ancak olumlu hiçbir dönüş alamadığımız taleplerimizin sadece bir kısmı şu şekildedir:

03.10.2018 tarihinde yaptığımız (2) iki ayrı talepte; müvekkilin her gün aralıksız bir şekilde canlı yayın programlarına katıldığı A9TV’nuna ait “Hür Sk NO:5 Çengelköy“ adresindeki stüdyodan el konan yasal tüm dijital, yazılı ve görsel materyallerdeki müvekkilin FETÖ, PKK, DAEŞ ve diğer tüm terör örgütlerine karşı konuşmalarının, AK PARTİ, MHP, BBP ve SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZA verdiği desteğe dair konuşmalarının ve Gezi Parkı, 17-25 Aralık kumpası ve 15 Temmuz hain darbe girişiminin yaşandığı geceye ait konuşmalarının dosyaya celbini,

18.10.2018 tarihli talepte; müvekkil ve arkadaşlarına organize bir şekilde saldıran ve dosyadaki bazı müştekileri baskı ve tehditlerle şikayet etmeye zorladıklarını düşündüğümüz Özkan Mamati, Fırat Develioğlu, Uğur Şahin vd. müştekilerin bu eylemlerinin ortaya çıkartılması bakımından ayrı ayrı arama-aranma (HTS)kayıtlarının dosyaya celbini,

19.10.2018 tarihli talepte; polis operasyonu sonrasında kasıtlı olarak dile getirilen ve geçtiğimiz günlerde İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün internet sitesi üzerinden hukuksuz bir şekilde kamuoyuna servis edilen 2018 yılı Faaliyet Raporunda yer alan müvekkilin güya “devletin başına geçeceğini iddia ettiğine” dair gerçek dışı iddiaların aksini ispatlayacak olan müvekkilin bizzat kendi konuşmalarının dosyaya celbini,

17.12.2018 tarihli talepte; müvekkil hakkındaki güya FETÖ ile bağlantılı olduğu ve güya ondan destek aldığına dair asılsız iddiaların aksini ispatlayacak olan müvekkilin 15 Temmuz 2016 hain darbe kalkışmasının yaşandığı ilk andan ertesi gün öğlen saatlerine kadar süren canlı yayın programının dosyaya celbini,

18.12.2018 tarihli talepte; müvekkil hakkındaki asılsız iddiaların aksine müvekkilin her zaman ve her koşulda şartsız ve koşulsuz bir şekilde hükümetimizin ve devletimizin ve Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan’ın yanında olduğunu ispatlayacak olan müvekkilin GEZİ PARKI eylemlerinin en yoğun olarak yaşandığı 27 Mayıs-15 Haziran 2013 tarihleri arasındaki konuşmalarının dosyaya celbini,

19.12.2018 tarihli talepte; etkin pişman şüpheliler Özkan Mamati ve Fırat Develioğlu’nun başta emniyet olmak üzere bazı kurumlardaki kişilerle gayri hukuki bağlantılar içerisinde olduğu ve bu bağlantıları sayesinde dosyanın müştekileri üzerinde baskı kurduğuna dair somut şüphelerimiz olduğu için adı geçen kişilerin 01.11.2017 ve 07.12.2018 tarihleri arasındaki arama-aranma (HTS)kayıtlarının CMK m. 135/6 uyarınca dosyaya celbini talep etmiştik.

07.03.2019 tarihli talepte; sözde mağdurların zorla alıkonuldukları ve programa çıkartıldıklarına dair asılsız iddiaların aksini ispatlayacak olan A9TV stüdyosunun ve Kandilli’deki adresin kamera kayıtlarının celbini,

07.03.2019 tarihli talepte; sözde tacize uğradığını iddia eden tüm sözde mağdurların iddialarına konu olayların gerçekleştiği yerin netleştirilmesi ve bu sözde mağdurların olay tarihinde söz konusu yere giriş-çıkış anına ait kamera kayıtlarının dosyaya celbini talep etmiştik. 

Ancak iddia makamı bu haklı taleplerimizi ve dahasını kabul etmediği gibi, şüpheliler lehine resen araştırma, delil toplama vb yapmayarak açıkça CMK hükümlerine aykırı davranmıştır.

 

1.9. Etkin Pişman Şüpheli Altuğ Revnak Eti’nin SEGBİS Sorgusu:

CMK 148/1. maddesi, “Şüphelinin veya sanığın beyanı özgür iradesine dayanmalıdır” demektedir. Anayasamızın 38/5. maddesinde ise “Hiç kimse kendisini suçlayan bir beyanda bulunmaya zorlanamaz” diye belirtilmektedir. 

Savcı Serdar Akan, etkin pişmanlık yasasından yararlanmak mecburiyetinde kalan Altuğ Revnak Eti isimli şüphelinin 08.02.2019 tarihinde SEGBİS yoluyla ifadesini almıştır. Savcı Serdar Akan bu ifade sırasında şüpheliyi açıkça aldatmış, şüpheliye Adnan Oktar’ı suçlayarak kendisini kurtarması yönünde telkinlerde bulunmuştur. Ayrıca Adnan Oktar’ın ömür boyu hapse mahkûm olacağını söyleyerek şüpheliyi etkilemeye çalışmıştır.

Cumhuriyet savcısının ceza verme yetkisi olmadığı gibi, henüz yargılaması yapılmamış bir şüpheli hakkında bu şekilde diğer şüphelilere beyanlarda bulunarak onları etkin pişmanlık göstermeye yönlendirmeye çalışması kanuna aykırıdır.Bu surette Cumhuriyet savcısı yasak usuller kullanarak ve özgür iradeyi etkileyerek beyan elde etmiştir. SEGBİS ifadesindeki ilgili bölüm kayıtlara şu şekilde geçmiştir:

– Savcı: Zaten bu Adnan Oktar’ın çıkabilme şansı yok şu aşamada. Adamın isnat edilen bu kadar suçtan yani, adam ömür boyu kalır yani hani, hala örgütte böyle bir korku varsa...

– Eti: Var, net var, söylüyorum net var...

– Savcı: Adamın, adamın çıkabilme şansı yok diyorum ben zaten.

– Eti: Tamam ama örgütte böyle bir telkin yok. Örgüt içi yazışmalarında, mektuplaşmalarda, gelen haberlerde, avukatların getirdiği haberlerde, yanımda İbrahim var...

– Savcı: Belki adam kendi etkin olur yani, bilmiyorum, bağlanırız, ben der pişmanım der, vazgeçtim der...

 

1.10. Husumetli Müştekilerin “Polisçilik” Oynamasına Müsaade Etmeleri:

Bazı müştekiler, Mali Şube yetkililerinin kendilerine sağladığı rahatlık ve kolaylıktan da cesaret alarak, adeta bir istihbarat memuru gibi soruşturma yürütmüşlerdir. Özkan Mamati ve yanındaki bazı müştekiler bu davranışları sebebiyle TCK’ya aykırı davranarak suç işlemişlerdir. Özkan Mamati ve bu yolu izleyen diğer bazı müştekilerin bu davranışlarına göz yuman, durdurmayan, dahası bu davranışlar neticesinde elde edilmiş bilgi ve belgeleri dosyaya delil olarak kabul eden savcılar “görevi kötüye kullanma” suçu işlemişlerdir. Ayrıca müştekilerin hukuka aykırı olarak kaydettiği kişisel verileri dosyaya koydukları için TCK md. 136’daki kişisel verilerin hukuka aykırı olarak ele geçirilmesi suçu ve özel hayatın gizliliğini ihlâl suçu oluşmuştur (TCK md. 134).

 

1.11. Benzer İsnatlardan Alınmış KYOK Kararlarını Görmezden Gelmeleri:

Müşteki Emin Koç’un operasyon öncesinde İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı’na yaptığı şikayet hakkında  21.06.2018 tarihinde “kovuşturmaya yer olmadığı” kararı verilmiştir. Ancak Emin Koç aynı suç isnatlarıyla dosyanın savcılarına da başvurmuş, bu savcılar 21.06.2018 tarihli KYOK’a rağmen bu suç isnatlarını iddianameye taşımışlardır. Bu, CMK md. 172/2’ye açıkça aykırıdır.

 

1.12. Hukuka Aykırı Yöntemlerle Elde Edilen Delilleri Kabul Etmeleri:

Z. C. Y. veya B. B. Y. gibi müştekiler, Özkan Mamati gibi müştekilerle birlikte plan yapıp, sanıkların arasında girdiği aylar boyunca cep telefonu ile ses kaydı tutmuştur. Bu kayıtları bazen telefonunu yanına alıp katıldığı sohbet ortamlarında yapmış, bazen cep telefonunu çantasında bırakmış gibi yapıp başka kişilerin özel sohbetlerini kaydetmiştir. Toplamda binlerce dakika kayıt tutulmuştur. Sonra da bunların içinden işlerine gelen birkaçını kendileri deşifre edip delil diye dosyaya sunmuşlardır.

Söz konusu kayıtların “hukuka aykırı delil” statüsünde olduğu kesindir. Yargıtay’ın 2019 tarihli bir kararında[1] bu konuya şöyle açıklık getirilmiştir:

...bir kişinin yaptığı görüşmenin gizlice kaydedilmesi hukuka aykırı olduğundan, delil olarak değerlendirilmesi olanaklı değildir. Ancak, kişinin kendisine karşı işlenmekte olan bir suçla ilgili olarak, bir daha kanıt elde etme olanağının bulunmadığı ve yetkili makamlara başvurma imkanının olmadığı ani gelişen durumlarda karşı tarafla yaptığı konuşmaları kayda alması halinin hukuka uygun olduğunun

kabulü zorunludur. Aksi takdirde kanıtların kaybolması ve bir daha elde edilememesi söz konusudur.


Dosyanın savcıları, bu hukuka aykırı delilleri bile bile dosyaya dahil etmişlerdir. Dahası, bu hukuka aykırı deliller mahkeme salonunda da birden çok defa tüm salona dinletilmiştir. Savcılar bu durumun oluşmasına da öncülük etmişlerdir.

 

1.13. Hukuka Aykırı Yaptırılan Fotoğraf Teşhisleri:

Savcılığın hatalı talimatı nedeniyle soruşturma sürecindeki tüm fotoğraf teşhisleri usule ve yasaya aykırı şekilde yapılmıştır. 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu PVSK’nın Ek 6. maddesine göre, “Polis, olaydaki failin, gözaltına alınan şüpheli ile aynı kişi olup olmadığının belirlenmesi bakımından zorunlu olması halinde, Cumhuriyet savcısının talimatıyla teşhis yaptırabilir.” denilmesine rağmen Savcılık tarafından henüz kimsenin gözaltına alınmadığı 30.04.2018 tarihinde emniyete talimat verilmiş, fotoğraf teşhisi yaptırılması istenmiş ve kanunsuz tutanaklar oluşturulmuştur. Bunun üzerine de teşhisler kanunsuz bir şekilde yapılmıştır. Ayrıca aynı kanunun devamında, “İşleme başlanmadan önce, teşhiste bulunacak kişinin faili tarif eden beyanları tutanağa bağlanır.” Ancak soruşturma dosyasında hiçbir müştekiden bu şekilde bir tarif beyanı alınmamıştır.

Fotoğraf teşhisinde şüphelinin kendisinin yerine fotoğrafları gösterilerek teşhis yapılması istenir. Ancak canlı teşhisteki gibi birçok şüphelinin farklı farklı fotoğraflarıyla teşhis işlemi gerçekleştirilmek zorundadır. Bu durum PVSK Ek Madde 6’da şu şekilde tarif edilir: “Şüphelinin fotoğrafı üzerinden de teşhis yaptırılabilir. Ancak tek bir fotoğraf veya aynı kişinin farklı fotoğrafları üzerinden teşhis yaptırılamaz. Değişik kişilerin fotoğraflarının aynı büyüklük ve özellikte olmaları gerekir.”

Kanunun açık hükmüne rağmen soruşturma dosyasında yer alan tüm fotoğraf teşhislerinde, müştekilere şüphelilerin tek fotoğrafı gösterilmiş olup, bu şekliyle yasaya uygun yaptırılmış bir fotoğraf teşhisinden söz edilmesi mümkün değildir.

Ancak bu usule ve yasaya aykırı uygulamada emniyetin özensiz ve baştan savma iş yapmasının yanı sıra Savcılığında payı çok büyüktür. Çünkü Savcılık tarafından emniyete verilen iki ayrı talimat içeriğinde, “..şüpheli şahısların tespit edilen fotoğraflarının müşteki şahsa gösterilerek…” denmek suretiyle hatalı ve yanlı sonuçlar doğurabilecek bir uygulamanın emri verilmiştir. Sadece bu husus bile şikayet edilen savcıların soruşturmaya gerekli özen ve dikkati göstermediklerini somut olarak göstermektedir. 

 

1.14. Etkin Pişman Şüpheli Fatih Mehmet Doğan’ın SEGBİS Sorgusu:

Etkin Pişman sanık Fatih Mehmet Doğan’ın 30.07.2018 tarihli savcılık sorgu videosunda, kaydın sık sık kesildiği görülmektedir. Görüntünün üzerindeki kayıt saati, defalarca atlama yapmıştır. Bu “aralarda” savcı Özgür Metin sanık ile konuşup yönlendirme yapmaktadır.

Örnek:

Sorguda Semin Babuna ve Türkan Akyüzalp hakkında konuşuluyor. Sonra savcı kayıdı kastederek “durduralım” diyor. Kayıt kesiliyor. Kayıt tekrar başladığında savcı soruyor:

Savcı: Kerem Gürtuna kim?

Sanık: Kerem Gürtuna tam dediğiniz tarzda biridir sayın savcım. 

 

Savcının kayıt kapalıyken yorum yaptığı, bir şeyler söylediği bu cümleden açıkça anlaşılıyor. Kişilerle alakalı bir “tarz” tarif etmiş olmalı ki sanık kayıttaki ilk cümlesine “tam dediğiniz tarzda biridir” diyerek başlamış. Kayıtta bu konuşmalar yok, 2 dakika 50 sn uzunluğunda atlama var.

Savcı hiçbir zaman ifadeyi yönlendiremez ve şüphelinin özgür beyanını etkilemeye yönelik davranışlarda bulunamaz. Aksi takdirde CMK md. 148 ihlâl edilmiş olur. Somut olayda savcının kaydı sık sık kesmesi ve kayıt tekrar başladıktan sonra şüphelinin kaydın önceki kısımlarında yer almayan savcının sözlerine atıfta bulunması, ifadenin şüphelinin özgür beyanına dayanmadığı yönünde ciddi şüphe oluşturmaktadır.

Ayrıca aynı videoda savcı Özgür Metin’in şüphelinin ağzından çıkmayan şeyleri sanki o söylemiş gibi ifadesine yazdırdığı, şüphelinin emin olamadığı konuları sanki kesin eminmiş gibi yazdırdığı görülmektedir. 

 

1.15. Mert Sucu Olayındaki Aleni Hak Ve Hukuk İhlalleri:

11.07.2018 tarihinde operasyon düzenlenen ikametlerden birisi, Kandilli Eşref Bitlis Sokak No:36’da yer alan ikamettir. Bu operasyon sırasında, görevi başındaki özel harekat polislerine ateş açıldığı iddia edilmiş, bu olay sırasında açılan ateş neticesinde isabet aldıklarını iddia eden 2 özel harekat polisi de hali hazırda devam eden davada yargılanan Mert Sucu’dan şikayetçi olmuştur. 

Soruşturmanın savcıları olan yukarıda şikayet edilenler kısmında ismi sayılanlar tarafından 2019/6548 sayılı iddianame tanzim edilmiş ve çeşitli sanıklara çeşitli suç isnatları tevzii edilmiştir. Bunların arasında kısa özetini verdiğimiz olay neticesinde isabet aldıkları iddia edilen özel harekat polisleri bakımından Mert Sucu’ya özel harekat polis memurları Abdullah KARATAŞ ve Cihat Onur AYKAÇ’a yönelik “kasten adam öldürmeye teşebbüs” isnadıyla TCK m.82/1-g-h, m.35/2, m.43/3, m.265/1-4, m.44/1 (2 kez) maddeleri uyarınca dava açılmıştır. 

Aynı davada yargılanan Adnan Oktar ve 14 yönetici de, sanık Mert Sucu’ya yönelik bu suç isnadından dolayı TCK m.220/5 uyarınca azmettirici sıfatıyla yargılanmış, 11.01.2012 tarihli karar duruşmasında Mert Sucu’ya bu suç isnatları bakımından 34 yıl ceza verilmiş, Adnan Oktar ve tüm yöneticilere de bu cezalar sirayet ettirilmiştir.

11.07.2018 sabahı devam eden operasyon sırasında görevli özel harekat polislerine ateş edildiği iddiası, birçok cihetten karanlık noktaları olan, tüm soruşturma ve yargılama süresince aydınlatılamamış bir konu olarak kalmıştır. Aydınlatılamamasının en önemli sebeplerinin arasında “eksik soruşturma yürütülmesi”gelmektedir ki bunun da baş müsebbibleri soruşturma dosyasında görevli olan savcılardır. Eksik soruşturma detayları ve aydınlatılamamış noktalar ile görevli savcıların kusurlarını özetlemek gerekirse;

1. Operasyon sabahı ateşli silah olayı yaşandığı bilgisi, Olay Yeri İnceleme Ekibi’ne olaydan yaklaşık yarım saat – bir saat sonrasında iletilmiş, Olay Yeri İnceleme Ekibi de olay yerine bu iletimden 35 dakika sonra intikal etmiştir. Bu bilgiler Olay yeri İnceleme Ekibi tarafından aynı gün olay yerinde tanzim edilmiş 478 numaralı raporda yer almaktadır. 

2. Aynı rapora göre ateşli silah vakası yaşandığı “konu ile alakalı Cumhuriyet Savcısı Hasan Yılmaz’a iletilmiş, Hasan Yılmaz’ın olay yerine gelmeyeceği” öğrenilmiştir. İki özel harekat polisinin görevleri başında vurulup yaralandığı iddia edilen bir vakada, dosya savcıları olay yerine dahi gelmemiş, bu polislerin ifadelerini ve olayın görgü tanıklarının ifadelerini sıcağı sıcağına almamıştır. Yargılamanın bugün geldiği nokta itibariyle olayın görgü tanığı olabilecek 10-15 polis memurundan bahsedilmekle beraber, bunların kimler oldukları dahi karanlıkta kalmıştır. 

3. Olay Yeri İnceleme Ekibi tarafından, olaya karıştıkları gerekçesiyle 3 polisin ve şüpheli Mert Sucu’nun ellerinde atış artıkları olup olmadığı incelenmesi için svab numuneleri alınmıştır. Bu polislerden ikisi müşteki olan Cihat Onur Aykaç ve Abdullah Karadaş’tır. Ancak elinden svab numunesi alınan üçüncü polis memurunun kim olduğu bugüne kadar ortaya çıkmamıştır. Bu polis memurunun sadece sicil numarası 404345 olarak bilinmektedir. Olay Yeri İnceleme Ekibi polislerinin olaya karıştığı gerekçesiyle elinden svab numunesi aldıkları bir polis memurunun, olayın canlı tanığı olarak ifadeye çağırılmamış olmasının hukuken izah edilebilir bir yönü yoktur. Olayın yaşandığı 11 Temmuz 2018 günü tanzim edilmiş resmi raporda bu polis memurunun varlığı açıkça görülmekteyken, dosya savcıları bu kişiye ulaşmak ve olayı aydınlatmak adına tek bir adım dahi atmamışlar, bu gerçeği göz ardı ederek delil karartmışlardır. 

4. Mert Sucu olay yerinde kimliği belirsiz POLİS MEMURLARI TARAFINDAN ÖLDÜRESİYE DÖVÜLMÜŞ VE İŞKENCEYE MARUZ KALMIŞTIR. Mert Sucu İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne sevk edildikten sonra da çok ağır şekilde darp edilmiştir. Bu dar anına tanık olan kişilere ait bilgiler tarafımızca bilahare sunulacaktır. Olay günü ve ertesi gün alınmış olan sağlık raporlarında Mert Sucu’nun bu durumunun belgelendirilmiş olduğuna inanmaktayız. Mert Sucu’nun bu ağır darp ve işkence neticesinde, tehdit altında hiç işlemediği bir suçu üstlenmek durumunda kalmış olabileceğini düşünmekteyiz. 

İlgili ikamette yakalanan şüphelilerin polis aracına bindirilirken görüntüleri bazı basın mensupları tarafından alınmış ve haber bültenlerinde de yayınlanmıştır, ancak bunların arasında Mert Sucu görülmemektedir. Mert Sucu’nun basından gizlenmiş olması da ağır dayak yemiş olduğu düşüncemizi kuvvetlendirmektedir. Nitekim ertesi gün ve sonraki gün de operasyon sırasında gözaltına alınan şüphelilerin sağlık kontrollerine nakliyeleri esnasında (lekelenmeme hakları ve masumiyet karinelerine aykırı olarak) İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nden çıkarılırlarken, hastaneye giriş ve çıkış yaparlarken basın mensupları tarafından net görüntüleri alınmış ve yine bu görüntüler tüm basın bültenlerinde şüphelilerin kimlikleri anlaşılır şekilde kullanılmıştır. Yine bu görüntüler arasında Mert Sucu görülmemektedir. Dosya savcıları bu konuyu tamamen göz ardı etmişler, Mert Sucu’nun haksız hukuksuz bir uygulamaya maruz kalıp kalmadığını araştırmamışlar ve dahi Mert Sucu’nun olası darp raporunun varlığını göz ardı etmişlerdir. 

5. Olay Yeri İnceleme Ekibi polisleri suç mahallinde son derece baştan savma bir çalışma yürütmüş, çok kritik delilleri göz ardı etmiş, “atışın yeniden yapılandırılması” gibi yapmaları gereken en temel çalışmaları dahi yapmamışlardır. Kısaca bunlar hakkında bilgi vermek gerekirse;

- Olay yerinde çok sayıda ateşli silahtan kaynaklı isabet noktası görülmekte iken bunları delil olarak raporlamamışlardır.

Olay yeri ve çevresinde bulunması muhtemel mermi çekirdeklerini aramamışlardır. Bu sebeple de yapılan atışların en az yarısına ait çekirdekler, duvarlarda ve kapılarda giriş delikleri de olmasına rağmen, delil olarak tespit edilememiştir.

- OLAY YERİNDE BİR İNSANA AİT OLDUĞU BELLİ OLAN ÇOK SAYIDA KAN LEKESİ VARKEN BUNLARI RAPORLAMAMIŞLAR, BİYOLOJİK ÖRNEK ALMAMIŞLARDIR.

- Olay yerinde daha önce görülmeyen boş kovanlar bir anda delil olarak ortaya çıkmıştır. 

Bu gerçekler sadece olay yerinde çekilmiş ve dosyaya sunulmuş fotoğraflara bakıldığında rahatlıkla görülmektedir, bu tespitleri yapmak için uzman olmaya da gerek yoktur. Ancak dosya savcıları tüm bu eksikleri ve hataları görmezden gelmiş ve eksik, çelişkileri giderme yoluna gitmemişlerdir. Bu yönüyle eksik ve hatalı bir soruşturma yürütüldüğü ve en somut delillerin dahi karartıldığı anlaşılmaktadır. 

6. Mert Sucu’ya atfedilen ateşli silah olayının yaşandığı ikamette yüzden fazla bahçe güvenlik kamerası olup bunlar 24 saat bazında kayıt yapmaktadır. Bu görüntüler İstanbul Emniyet Müdürlüğü tarafından ikamette el konan hard diskler içinde yer almaktadır. Bunun delili, basına hukuka aykırı yöntemlerle servis edilen görüntülerdir. 

Ayrıca sonradan soruşturma dosyasına giren evraklarda da söz konusu güvenlik kameralarından elde edilen ekran görüntüleri net olarak görülmektedir. Sanıklar ve müdafiler maddi gerçeğin aydınlatılması için bu görüntüleri sayısız defalar yazılı ve sözlü olarak talep etmişlerdir. Ancak soruşturma savcıları, olayın nasıl cereyan ettiğini ışık tutacak olan bu kayıtları hiçbir şekilde araştırmamış, dosyaya sunulmasını da sağlamamışlardır.

7. Benzer şekilde, operasyona katılan birimler arasında İstanbul Emniyet Müdürlüğü Foto Film Şube polislerinin de bulunduğu bilinmektedir. Zaten bu çapta bir polis operasyonunun emniyet birimlerince kayıt altına alınmamış olması beklenemez. Olay yerine bir polis kamerası gelip gelmediği, kayıt yapılıp yapılmadığı tamamen meçhuldur. Bu konu da dosya savcıları tarafından araştırılmamış, böyle bir kaydın olup olmadığı İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nden talep edilmemiştir.

8. Benzer şekilde, operasyona katılan özel harekat polisleri operasyonlarında kask kameralarıyla kayıt yapmış ve olaya ait önemli deliller elde etmiş olabilirler, ancak dosya savcıları bu konu hakkında da tek bir araştırma yapmamış, bu görüntülerin olup olmadığını dahi sormamıştır. Ayrıca bu konuda yapılan talepleri göz ardı ederek de açıkça delil karartma yoluna gitmişlerdir. 

9. Benzer şekilde, operasyon boyunca ikametin üzerinde devriye görevinde bulunan bir polis helikopteri, drone kameralar vardır. Bu helikopter kamera ile video çekim kabiliyetine de sahiptir, ve bu helikopterin kamerasından çekilmiş bazı görüntüler de yine hukuka aykırı şekilde basına servis edilmiş, tüm haber bültenlerinde yayınlanmıştır. Dosya savcıları Mert Sucu olayını aydınlatmak için kullanılabilecek bu görüntüleri de dosyaya celp etmemiş ve bu yöndeki talepleri göz ardı etmişlerdir.  

10. Olay Yeri İnceleme Ekibi, tanzim ettiği tutanakta olay yerinde video çekimi de yaptığını beyan etmiştir. Bu video hiçbir zaman soruşturma dosyasına girmemiştir. Gerek soruşturma safhasında gerekse kovuşturma safhasında hem sanıklar hem de müdafileri bu konuyu da defalarca gündeme getirmiş, hem yazılı hem de sözlü olarak bu videoyu talep etmişlerdir. Dosya savcıları bu videonun temin edilmesi ve dosyaya sunulması konusunda tek bir adım dahi atmamışlardır. 

11. Mert Sucu’nun olayda kullandığı iddia edilen ruhsatlı silahı İstanbul Emniyet Müdürlüğü tarafından adli emanete alınmış ve daha sonra Olay Yeri İnceleme Ekibi’nin raporunda talep edilen biyolojik iz incelemesi için Adli Tıp Kurumu’na gönderilmiştir. Adli Tıp Kurumu’nda Uzman Biyolog Mehmet Ali Canlı ve Uzman Biyolog Sevgi Şentürk tarafından 22.11.2018 tarihinde tutulan tutanağa göre, Mali Şube Polis Memuru Haydar Akbulut’un kuryeliğinde Adli Tıp Kurumu Emanet Memurluğu’na mum mühürlü bez torbada teslim edilen Mert Sucu’nun silahı, nerede görevli olduğu belirlenememiş bir kişi tarafından açılmış ve delil zinciri ihlal edilmiştir. Mezkur kişilerin tutanağına göre bez torbanın içinden bir not çıkmış ve Salih Özdemir isimli bir kişinin delili “yanlışlıkla” açtığı tespit edilmiştir. Mert Sucu’ya ait önemli bir delil niteliğindeki silah bu usulsüz uygulamanın neticesinde, Adli Tıp Kurumu’da yapılan analizlere cevap vermemiş ve silah üzerinde DNA tespit etmek mümkün olmamıştır. En basit düşünceyle dahi, ortada delil zincirini bozan usulsüz bir hareket vardır ve bu hareket sonrasında da delilin üzerinden biyolojik iz bulunamamıştır. Hatta silah Mert Sucu’ya ait olmasına rağmen Mert Sucu’nun dahi DNA’sı tespit edilememiştir. Dosya savcıları, kendi soruşturma dosyalarında en ağır suç isnatlarından birisine ait bir delile usule aykırı şekilde temas edilmesini dahi görmezden gelmiş, bez torbada ismi geçen Salih Özdemir adlı kişi hakkında suç duyurusunda bulunmamış, bu kişinin bu delili neden kurcaladığını, bunu kimin talimatıyla ve neden yaptığını araştırmamıştır. Salih Özdemir hakkında en basit bir soruşturma dahi yürütülmemiştir. 

12. Mert Sucu olayında güya isabet aldıklarını iddia ederek Mert Sucu hakkında şikayetçi olan 2 özel harekat polisi bulunmaktadır. Bu polislerden birisi olayın üzerinden 6 gün, diğeri ise 11 gün geçtikten sonra resmi ifadelerini vermeye gitmişlerdir. Bu süre zarfında dosya savcıları bu ifadeleri almak için hiçbir girişimde bulunmamıştır.

13. Mezkur iki özel harekat polisi, olay esnasında isabet aldıklarını iddia etmiş, bunlardan birisi sırtından vurulduğunu ama balistik yeleği sayesinde hayati tehlikeyi atlattığını, aynı zamanda belindeki yedek şarjöründe de vurulduğunu ve şarjörlüğündeki mermilerinden birinin bu isabet sonucu patlayarak kendisine kolundan da yaraladığını beyan etmiştir. Her iki polis de bir devlet hastanesine giderek doktor raporu almamış, bu yaralanmalarını belgelendirmek gereği görmemiştir. Dosya savcıları da bu önemli eksikliği görmezden gelmiş, polislerin hastane raporu almaları yönünde bir girişimde bulunmamıştır. 

14. Olay günü el svabı alınan özel harekat polislerinden Abdullah Karadaş’ın her iki elinde, hem iç hem dış kesimde atış artıkları tespit edilmiştir. Aynı raporun verdiği bilgilere göre bunun olması için o elin ya ateş etmiş olması, ya da ateş eden silaha çok yakın durmuş olması gerekmektedir. Her iki özel harekat polisi de ifadelerinde görev silahlarını kullanmadıklarını beyan etmiştir. O halde Karadaş’ın ellerindeki atış artıklarının kaynağı nedir? Bu konu da dosya savcıları tarafından hiç araştırılmamıştır. 

15. Mert Sucu polislere teslim olmadan önce silahını kapıdan dışarı atarak teslim olmuştur. Hem Sucu’nun ifadeleri hem de mevcut polis ifadeleri bu yöndedir. Ancak silah Olay Yeri İnceleme Ekibi ilk intikal ettiğinde bir ayakkabının içine yerleştirilmiş şekilde bulunmuştur. İddianame Sucu’nun tüm mermileri bitene kadar aralıksız ateş ettiğini, mermileri tükenince eylemine istemeden son verdiğini öne sürmektedir. Ancak bulunan silahta sürgü, son mermiyi atan bir silahta olması gereken şekilde geriye çekik şekilde takılı kalmamış, normal pozisyonuna getirilmiştir. Silahın horozu da kalkık pozisyonda kalmamış, biri tarafından indirilmiştir. Dolayısıyla Olay Yeri İnceleme Ekibi intikal etmeden önce silaha birilerinin müdahale etmiş olduğu anlaşılmaktadır. Dosya savcıları olay yerinde bulunan tek bir polisi dahi bu konu hakkında çağırıp sorgulamamıştır.

16. Benzer şekilde, Olay Yeri İnceleme Ekibi ilk intikal ettiğinde Mert Sucu’nun odası bir boğuşma yaşanmışçasına darmadağın durumdadır. Mert Sucu kendi rızasıyla odadan çıkarak polislere teslim olmuştur. Bu durumda, Olay Yeri İnceleme Ekibi intikal etmeden önce birilerinin suç mahalline girerek burayı dağıttıkları ve delil zincirini bozdukları akla gelmektedir. Ancak dosya savcıları olay yerinde bulunan tek bir polisi dahi bu konu hakkında çağırıp sorgulamamıştır.

17. Olay yeri, üzerinden zaman geçse dahi deliller barındırabilen bir yerdir. Safahatlarda ortaya çıkan gelişmeler neticesinde olay yerine tekrar tekrar gidilerek yeniden delil araştırması yapılabilmektedir. Daha da önemlisi, Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarına göre ateşli silah olaylarında olay yerinde, olayın yaşandığı saat, hava ve ışık koşulları dikkate alınarak temsili ve tatbikat yapılmadan karar kurulması bozma sebebi olarak gösterilmektedir. Buna rağmen Mert Sucu olayının yaşandığı müştemilat, dosya savcılarının bilgisi ve kontrolü altında göz göre göre yıktırılmıştır.

Mert Sucu olayına dair başkaca da birçok usul hatası ve eksik soruşturma maddesi bulunmaktadır. Üstelik bu konu, “Adnan Oktar ve arkadaşları” davasındaki yargılama konularından sadece bir tanesidir. Bunun haricinde şüphelilerin mal varlıklarına usulüne uygun olmayan haksız ve hukuksuz yöntemlerle el konmuş, bunu yapabilmek için deyim yerindeyse kanun arkadan dolanılmış, soruşturma aşamasında şüphelilerin lehine olacak tek bir delil dahi araştırılmamış ve soruşturma dosyasına alınmamış, CMK m. 153/3’e göre müdafilerden gizlenemeyecek evraklar dahi teslim edilmemiş, kanuna aykırı yöntemlerle çeşitli kişilere soruşturmaya dahil edilmeme vaatleriyle ifadeler verdirtilmiş, bu ifadeler söz konusu vaatler çerçevesinde “etkin pişman şüpheli” sıfatıyla alınacakken “tanık” veya “müşteki” sıfatıyla alınmıştır. Bizzat Savcı Serdar Akan, etkin pişman şüpheli Altuğ Revnak Eti’nin SEGBİS yoluyla ifadesini alırken “Adnan Oktar’ın bir daha hapisten çıkmasına imkan yok” şeklinde cümleler sarf ederek şüpheliyi yönlendirmeye kalkmıştır. Dosya savcılarının tamamen husumetle ve tarafsızlıklarını kaybederek hareket ettiğini gösteren onlarca delil daha bulunmaktadır. 

 

1.16. Merve Bozyiğit’in Başına Gelenler:

İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılamanın 09.03.2020 tarihli celsesinde, etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmaya mecbur bırakılan Merve Bozyiğit isimli bir sanık ifade vermiştir. Bu sanık 22.10.2018 tarihinde sabaha karşı ailesiyle birlikte yaşadığı evde özel harekât ekipleri tarafından düzenlenen bir baskınla gözaltına alınmıştır. 

Merve Bozyiğit 23.10.2018 tarihinde alınan ve 9,5 saat süren baskıya dayalı ifadesinde taciz ve tehdide maruz kalmıştır. Bunlardan kurtulmak için etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmak istediğini beyan etmiş ve 20 sayfa ifade vermiştir. Merve Bozyiğit, 10.03.2020 tarihinde hâkim karşısına çıkarak özgür iradesiyle ifade vermiş,  Mali Şube’de alınan ifadesi sırasında POLİS MEMURLARI TARAFINDAN HEM TEHDİT EDİLDİĞİNİ, KORKUTULDUĞUNU, HEM DE CİNSEL TACİZE UĞRADIĞINI beyan etmiştir. Dolayısıyla da Mali Şube’de verdiği ifadesini reddetmiştir. 

Merve Bozyiğit emniyette yaşadığı baskıları kendi el yazısıyla kaleme aldığı dilekçesini de mahkeme dosyasına sunmuş, daha sonrasında ise yaşadıklarını mahkeme huzurunda tüm samimiyetle ve cesaretiyle anlatmıştır. 

Bu aşamada Mahkeme Başkanı, Merve Bozyiğit’in şikayetçi olduğu polis memurlarının huzurda dinlenmesine hükmetmiştir. Ancak henüz bu polisler bile dinlenmeden, maddi gerçek hakkında hiçbir araştırma yapılmamışken, en önemlisi de sanık Merve Bozyiğit tarafından çok ağır ithamlar ve hukuk ihlalleri ortaya konmuşken, savcı Caner Babaloğlu Merve Bozyiğit’in tutuklanmasını talep etmiştir. 

Tahminimizce savcı Caner Babaloğlu’nun bu kadar acele etmesinin altında yatan tek gerekçe, kendi yazdığı iddianameye uygun şekilde ifade vermiş olan bir sanığın bu ifadesini değiştirerek sanıklardan şikayetçi olmadığını beyan etmesidir. 

Savcı Caner Babaloğlu, Merve Bozyiğit’in emniyette baskı ve tehdit altında verdiği ve tek satırı dahi kendisi tarafından yazılmayan sahte ifadesindeki soyut anlatımlarını somut ve maddi gerçeklermiş gibi değerlendirip Merve Bozyiğit’i adli kontrol hükümlerinden faydalandırarak serbest bırakırken, MAHKEME HUZURUNDA VERDİĞİ İFADESİNDEKİ BEYANLARINI “MADDİ GERÇEKLER” OLARAK GÖRMEYİP TUTUKLANMASINI TALEP ETMİŞTİR.

YANİ SAVCI CANER BABALOĞLU,MÜVEKKİL VE ARKADAŞLARININ ALEYHİNDE SÖYLENEN HER ŞEYİ GÜYA SOMUT VE MADDİ GERÇEK, AKSİNE SÖYLENEN HERŞEYİ İSE GÜYA SOYUT VE GERÇEĞE AYKIRI BEYANMIŞ GİBİ DEĞERLENDİRMEKTEDİR.

 

1.17. Ali Şeref Gider’e Yapılanlar:

Savcı Serdar Akan, etkin pişmanlık yasasından yararlanmak mecburiyetinde kalan bir diğer sanık Ali Şeref Gider’in 19.03.2020 tarihli SEGBİS ifadesinde de benzer şekilde yanlı ve hukuka aykırı yönlendirme ve telkinlerde bulunmuştur. Şöyle ki; 

Ali Şeref Gider gözaltına alındığında verdiği ilk ifadesinde hakkındaki tüm suçlamaları reddetmiştir. Ancak daha sonrasında tutuklanıp cezaevine gönderilince üzerinde oluşan baskılar ve zorlu şartlar nedeniyle etkin pişmanlık yasasından yararlanmaya mecbur kalmış ve sözde bir takım itiraflarda bulunmuştur. Bu sözde itiraflarında dahi hakkındaki gerçek dışı suçlamaları kabul etmekten imtina etmiş, bunların iftira olduğunu belirtmiştir. Ancak verdiği ifadeler tahliye olmasına yetmeyince farklı tarihlerde verdiği ek ifadelerle aşama aşama tüm suçlamaları mecburen kabul etmek zorunda kalmış ve nihayetinde tahliye edilmiştir. 

Savcı Serdar Akan, 19.03.2020 tarihli SEGBİS ifadesinde, Ali Şeref Gider’e ilk olarak dosya kapsamında böyle bir isnat olmamasına rağmen “Adnan Oktar terör örgütüyle kimin vasıtasıyla ne zaman tanıştınız…” ifadesini kullanmıştır. Sayın Savcı tarafından kullanılan bu ifadenin zaten günlerdir tutuklu bulunan bir kişi üzerinde oluşturacağı etki açıktır. Kaldı ki hiçbir savcının veya yargı görevi yürüten kimsenin dosya kapsamında bulunmayan bir isnadı veya suçlamayı dile getirmesi hukuka uygun değildir.  


Savcı Serdar Akan yine aynı SEGBİS ifadesinin devam eden bölümlerinde müşteki Deniz Şakak ile ilgili iddiaları sorarken, “bizim müştekilerden Deniz Şakak” ifadesini kullanmıştır.


İfade alan bir savcının davanın bir diğer tarafı için kullandığı “bizim” ifadesinin ne anlama geldiği veya taraflar üzerinde nasıl bir manada yorumlanabileceği açıktır.Savcı Serdar Akan, Ali Şeref Gider’e “senden şikâyetçi olanların ipleri benim elimde” mesajı vermek suretiyle baskı yapmaktadır. Bu nedenle ısrarlı bir şekilde tekrar eden bu tutum ve davranışların tarafımızca kabulü mümkün değildir. 

Savcı Serdar Akan’ın benzer üslupları daha önce de olmuştur. Örneğin, davanın müdahilleri arasında olan Beyza Banu Yavuz ve Özkan Mamati’nin cep telefonu imaj alma ve inceleme raporlarının dosyaya gönderildiği 21.10.2019 tarihli müzekkere üzerine düştüğü derkenarda iki ayrı kez “Özkan” ifadesini kullanmıştır.

Bir soruşturma savcısının kendi el yazısıyla hem de iki ayrı kez “Özkan” şeklinde bir ifade kullanmasının ne hukuken ne vicdanen mantıklı bir açıklaması bulunmamaktadır. Ayrıca bu yaptığının ne anlama geleceğini veya nasıl yorumlamalara neden olacağını düşünmemiş olması da mümkün değildir. 



1.18. Mustafa Kuşçu’ya Yapılanlar:

Mustafa Kuşçu isimli şüpheli mahkeme huzurunda verdiği iki ayrı ifadesinde SAVCI CANER BABALOĞLU’NUN KENDİSİNİ ETKİN PİŞMAN OLMAYA ZORLADIĞINI, BU YÖNDE BASKI VE TELKİNLERDE BULUNDUĞUNU AÇIKÇA İFADE ETMİŞTİR. Ayrıca Mustafa Kuşçu bu beyanlarının ardından Savcı Serdar Akan’ın kendisini duruşma salonunda rahatsız edecek şekilde davranarak korkutmaya çalıştığını da söylemiştir. Şöyle ki; 

Mustafa Kuşçu gözaltındayken emniyet ve savcı tarafından maruz kaldığı baskı ve telkinler sonucunda korkmuş ve tek kurtuluşunun etkin pişmanlık yasasından yararlanmak olduğunu düşünerek mecburen bir takım sözde itiraflarda bulunmuştur. Ancak daha sonra bu kararından vazgeçmiş ve hem emniyette hem de Savcılık huzurunda kendisine yapılan baskıyı ve psikolojik şiddeti tüm detaylarıyla birlikte mahkeme huzurunda anlatmıştır. Mustafa Kuşçu duruşma sırasında, Savcı Serdar Akan’ın kendisine kayıt dışı söylediği sözleri tek tek anlatmıştır. 

 

1.19. Bilerek Yapılan “Yanlışlıklar”:

Soruşturma başından sonuna kadar gizlilik kararıyla yürütülmüş ve müvekkil ve arkadaşlarının hangi suçlardan ve hangi suç delillerinden dolayı tutuklandıkları kendilerine hiçbir zaman bildirilmemiştir. Buna rağmen ilerleyen süreçlerde verilen tutukluluk devam kararlarından ve sair kararlardan dosyada hangi suç isnatlarının soruşturulduğu hukuken bilinir hale gelmiştir.  

Ancak soruşturma savcılarından Caner Babaloğlu bu süreç içerisinde soruşturma konusu olmamasına rağmen müvekkil ve arkadaşları hakkında üç ayrı müzekkerede kasıtlı olarak “silahlı terör örgütü” tanımlaması yapmış ve müzekkere içeriklerinde Adnan Oktar Silahlı Terör Örgütüne yönelik yürütülmekte olan bir soruşturmadan bahsetmiştir.

Savcı Caner Babaloğlu Tekirdağ 1 Nolu T Tipi K.C.İ.K’na gönderilen 21.02.2019 tarihli müzekkerede yine kasıtlı olarak, “FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütüne Üye Olma Suçu”ndan yürütülen bir soruşturmanın olduğunu belirterek tamamen gerçek dışı ve hukuken açıklanamayacak bir müzekkere yazmıştır. 

Savcı Caner Babaloğlu, “bu müzekkerelerin haksız ve hukuksuz olduğuna bu nedenle tekraren aynı içeriğinin kullanılmamasına özen gösterilmesine” dair yaptığımız yazılı ve sözlü tüm taleplere rağmen bu kasıtlı tutumundan hiçbir zaman vazgeçmemiştir. 

Savcı Serdar Akan tarafından yazılan hiçbir müzekkerede ve verilen hiçbir kararda böyle bir tanımlama yer almamışken, diğer savcı Caner Babaloğlu’nun ısrarlı bir şekilde böyle bir ifade kullanmasının altında yatan sebep herkesçe anlaşılmaktadır. Savcı Caner Babaoğlu’nun gerçekte var olmayan bir suç isnadı üzerinden müvekkil ve arkadaşlarına zarar vermeyi, onları hem kamuoyu hem de hukuk nezdinde zor durumda bırakmayı ve müzekkere göndererek belli taleplerde bulunduğu mahkemeleri etkilemeyi amaçladığını düşünmekteyiz. 

 

1.20. Müvekkillere yüklenen suç/suçların neler olduğunu hiçbir zaman bildirilmemiştir:

CMK m.147/1-b uyarınca“şüphelinin ifadesi alınırken kimlik tespitinden sonra ilk olarak kendisine yüklenen suçun anlatılması gerekmektedir” hükmü yer almaktadır. Müvekkillerin etkili savunma yapabilmesi ve adil yargılanma hakkını kullanabilmesi için öncelikle kendisine isnat edilen suçu veya suçları bilmesi gerekmektedir.

Soruşturma süreci başından sonuna kadar gizlilik kararı ile yürütülmüş ve devam eden soruşturmalar halen daha gizlilik kararıyla devam etmektedir. Bu düzenlemenin amacı ceza muhakemesinin en temel üç unsurundan biri olan savunma makamından tüm evrakları gizlemek ve savunmayı tamamen işlevsiz bırakmak değil, soruşturmanın yürütülmesi esnasında bir kısım usul işlemlerinin gizliliğini sağlamaktır. Dolayısıyla dosyada gizlilik kararı bulunması, şüpheliye isnat edilen suçun gizlenmesini kapsamamaktadır.

Savunma müdafileri müvekkillerine isnat edilen suç veya suçları emniyet ifadelerinde yöneltilen sorulardan anlamaya çalışarak çeşitli varsayımlar ve basında çıkan yalan yanlış haberler üzerinden savunma yapmak mecburiyetinde kalmışlardır. Hâlbuki kişilere isnat edilen suç veya suçların tarafımıza bildirilmesi AİHS, T.C. Anayasası ve Ceza Mevzuatımızın bir gereğidir.Ancak şikayet edilen savcılar tarafından bu temel nokta görmezlikten gelinmiştir.

 

1.21. Şüpheliler lehine deliller toplanmamış, göz ardı edilmiştir:

CMK m. 160/2 uyarınca, “Cumhuriyet savcısı maddi gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılanmanın yapılabilmesi için emrindeki adli kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür.” AyrıcaCMK m.170 uyarınca iddianamede bulunması gereken zorunlu unsurlara yer verilmiş olup buna göre şüpheli lehine olan delillerin de iddianamede bulunması gerekmektedir. 

Müvekkiller lehine delil sunabilmek için ise öncelikle isnat edilen suç veya suçların tarafımızca biliniyor olması gerektiği açıktır. Masumiyet karinesinin geçerli olduğu bir süreçte dosya içeriğinden ve isnat edilen suçtan bihaber şekilde savunma hakkını ancak varsayımlar ve asparagas haberler üzerine kullanmaya çalışmak müvekkillerin savunma hakkının etkinliğini azaltmakta ve hakkın özüne dokunmaktadır.

Ancak bu yöndeki tüm haklı taleplerimiz şikayet edilen savcılar tarafından tüm soruşturma süreci boyunca göz ardı edildiği gibi kendileri de Savcılık makamının bir gereği olarak şüpheli lehine delil toplamamışlar, aksine var olan delilleri gizleme gayreti içerisine girmişlerdir. 

 

1.22. Sulh Ceza Hakimlikleri Anayasaya aykırı olarak ve Anayasa Mahkemesi kararlarını görmezden gelerek tutukluluk hali incelemelerini duruşmasız olarak ve süresi geçtikten sonra yapmıştır:

CMK’nın 108. Maddesinde “Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk halinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hakimi tarafından 100. madde hükümleri göz önünde bulundurularak şüpheli veya müdafisi dinlenilmek suretiyle karar verilir.” emredici hükmü yer almakta olsa da 18.07.2018 tarihinde tutuklanan şüpheliler hakkında bu tarihten sonra yapılan tüm tutukluluk halinin incelenmesi işlemleri taleplerimize rağmen duruşmasız olarak yapılmıştır. 

Tutukluluk halinin incelemesinin duruşmasız olarak dosya üzerinde yapılması ceza yargılamasının temel ilkeleri olan ve AİHS m.6 ve T.C. Anayasası m.38 ile koruma altına alınan adil yargılanma ilkesinin bir unsuru olan silahların eşitliği ilkesini ve AİHS m.5 ve T.C. Anayasası m.19 ile koruma altına alınan kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkını açıkça ihlal etmektedir. 

“..Tutukluluk incelemelerinin hakim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapıldığı iddiasına ilişkin olarak Anayasa'nın 19. Maddesinin sekizinci fıkrası bağlamında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE..” (Erdal Tezcan, 12/04/2018 tarih ve B. No: 2016/15637 AYM Kararı)

 

1.23. Tutukluluk halinin değerlendirilmesi işlemleri soruşturma dosyasında yer alan tüm şüpheliler açısından ayrı ayrı yapılması gerekirken toplu bir şekilde yapılmıştır:

Yürütülen soruşturmada çok sayıda şüpheli bulunması sebebiyle her şüphelinin durumu ayrı ayrı değerlendirilmeksizin TOPLU BİR ŞEKİLDE verilen tutukluluk, tutukluluğun devamı, tutukluluğun devamı kararına itirazın reddi kararları ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesini ihlal etmektedir. (EK16)

TCK m.20/1’e göre ceza sorumluluğu şahsidir. İsnat edilen suçların hangi davranışla, nerede, ne zaman işlendiği ayrı ayrı açıklanmadan, olaylar her şüpheli açısından ayrı ayrı ilişkilendirilmeden genel ve toplu olarak değerlendirilme yapılması şahsilik ilkesinin ağır ihlali anlamına gelmektedir.

Tutuklamaya esas alınan delillerin ortaya konması ve bunların tutuklama için gerekli kuvvetli şüpheyi oluşturduğuna ilişkin değerlendirmenin hukuki bir şekilde yapılmış olması gerekir. Anayasa Mahkemesi içtihatlarına göre, şüpheliye isnat edilen suçların delilleri kişiden saklanamaz ve bunlar somut bir şekilde ortaya konulmadan şüpheliden kendini savunması beklenemez. Her yargı kararı gibi tutuklama kararları da üst merci incelemelerine açıktır ve itiraz edilmesi durumunda itirazların incelenebilmesi için kararların açık bir şekilde gerekçelendirilmiş olması gerekir.Varsayımlara dayanarak kişiyi hürriyetinden yoksun kılan bir koruma tedbiri, tedbir amacından sapmakta ve cezalandırma amacı taşımaktadır.

 

1.24. Tutukluluk halinin devamı ve devam kararına itirazın reddi kararlarının hiçbiri Anayasa m.141 anlamında gerekçeli karar özelliği taşımamaktadır:

Savcılığın tutukluğunun incelenmesi talepli müzekkereleri ve devamında  İstanbul Sulh Ceza Hakimliklerinin verdiği tutukluluk halinin devamı kararlarında gerekçe olarak CMK m.100vd maddelerinde yer alan hususlar maktu olarak gösterilmişse de, Sulh Ceza Hakimliği kararları Anayasa m. 141 anlamında gerekçeli karar özelliği taşımamaktadır. 

Sulh Ceza Hakimliği kararlarında isnat edilen suç veya suçlar ile bu suçların işlendiği yönünde kuvvetli suç şüphesini oluşturan delillerin neler olduğu açıklanarak, tutuklama sebepleri somutlaştırılmamaktadır. Müvekkiller hakkında en ağır koruma tedbiri olan tutuklama tedbiri uygulanırken tüm şartlarının tek tek titizlikle incelenmesi gerekirken ekte sunulan kararlar incelendiğinde verilen kararların hukuka uygunluğundan söz edilemeyeceği açıkça görülecektir.

Kanun koyucu tutuklama tedbirinin telafisi mümkün olmayan zararlarının önüne geçmek ve tutuklama tedbirine en son çare olarak başvurulmasını sağlamak maksadıyla Adli kontrol tedbirinin düzenlemesini yapmıştır. CMK. Md. 101’de “tutuklama kararlarında adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukuki ve fiili nedenlere yer verilir” hükmüne yer vererek tutuklama kararı verilirken maktu bir şekilde yazılan adli kontrol kararının yetersiz kalacağı ibaresini yeterli bulmamış ve bu hususun özellikle gerekçelendirilmesi gerektiğini emredici bir kural olarak koymuştur.

Ancak tutukluluğun devamı kararlarının tamamında kanunun emredici hükmüne rağmen adli kontrol tedbirinin şüpheliler hakkında uygulanmasının neden yetersiz kalacağı somutlaştırılarak açıklanmamış sadece adli kontrolün yetersiz kalacağı şeklinde basmakalıp ve yetersiz bir ibare kullanılmakla yetinilmiştir. Bu şekilde alelade ve hukuki yönü bulunmayan maktu ifadelerle özgürlüğü bağlayıcı tedbir uygulanması soruşturmanın yürütülmesine fayda sağlamadığı gibi telafisi imkansız zararlara yol açarak müvekkilleri mağdur etmiştir. 

Tutukluluğun devamı kararlarında yer alan “suçun vasıf ve mahiyeti” şeklindeki maktu ifade, şüphelinin tutuklanmasına gerekçe oluşturamayacağı Yüksek Mahkemelerin bütün içtihatlarında sabittir. Aksini kabul edecek olsak bile, kopyala-yapıştır şeklinde suçların listelendiği paragraflarda hangi suçun hangi şüpheli bakımından tutukluluk halinin devamına gerekçe oluşturduğu belli olmadığından söz konusu Sulh Ceza Hakimliği kararları sadece bu yönüyle bile usul ve yasaya aykırıdır.

Savcılık ve Sulh Ceza Hakimliklerince yapılan usulsüzlüklerin düzeltilmesi ve Usul ve Yasaya uygun şekilde soruşturmanın yürütülmesi için yazdığımız dilekçelere ve taleplerimize rağmen Savcılık ve Hakimlik makamları ne yazık ki bahsettiğimiz usul hatalarını tekrarlamaya devam etmişlerdir. 

 

1.25. Şüphelilerin avukat görüşlerine kısıtlama getirilmesi:

Savcılığın talebi ve İstanbul 3. S.C.Hâkimliği'nin kararı 2018/4918 D. iş no’lu 08.10.2018 tarihli kararı ile hiçbir somut gerekçeye dayanmadan Adnan Oktar, Ulviye Didem Ürer ve Aylin Atmaca bakımından “müvekkilin avukatla görüşmesinin Salı ve Perşembe günleri 10:00-12:00 saatleri arasında sınırlandırılmasına, alınan-verilen belgelerden örnek alınmasına ve görüşmelerin sesli ve görüntülü kayıt altına alınmasına”dair karar vermiştir. Söz konusu karar hukuka, vicdana ve tüm Anayasal haklara aykırıdır. Şöyle ki; 

Savcılık avukat görüş kısıtlama talebini, üzerinde yazılanları ne emniyetin ne de kendilerinin okuyamadığı 2 not kağıdı üzerinden yapmıştır. Bu gerçek İstanbul C. Başsavcılığı, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ve Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü arasında, Didem Ürer’in üst aramasında bulunan not kağıtları hakkında yapılmış yazışmalardan açıkça anlaşılmaktadır. 

İstanbul Emniyet Müdürlüğü Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü, İstanbul C. Başsavcılığı’nın 24.09.2018 tarihli müzekkeresine verdiği 30.09.2019 tarihli cevapta, kendisinden gerekli çalışmanın yapılması istenen 2 not kâğıdında ne yazdığının okunamadığı, dolayısıyla üzerinde çalışma yapılamadığı belirtilmiştir:




İstanbul C. Başsavcılığı, müzekkeresine gelen bu cevaptan sonra Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü’ne 16.10,2019 tarihli bir müzekkere yazmış, cezaevinden 14.08.2018 tarihinde kendisine taranmış olarak gelen 2 not kâğıdının üzerinde ne yazdığının okunamadığını, dolayısıyla emniyetin çalışma yapamadığını, bu nedenle de not kağıtlarının aslının kendisine gönderilmesini talep etmiştir:



Bu yazışmalardan da anlaşıldığı gibi, 24.08.2018 tarihinde Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’ndan İstanbul C. Başsavcılığı’na gönderilen 2 not kağıdı üzerinde ne yazdığı 16.10.2019 tarihinde halen anlaşılabilmiş değildir. 

Hâlbuki İstanbul C. Başsavcılığı avukat görüş kısıtlaması talebini 2018 yılının Ekim ayında yapmıştır. Bu durum İstanbul C. Başsavcılığı’nın üzerinde ne yazdığını dahi anlamadığı 2 not kağıdı hakkında, elinde hiçbir somut delil olmadan güya “örgütsel faaliyetin devam ettiği” yönünde değerlendirme yaptığını göstermektedir. Bu durum aynı zamanda İstanbul 3. Sulh Ceza Mahkemesi’nin de üzerinde ne yazdığı belli olmayan bir not kâğıdı üzerinden karar verdiği anlamına gelmektedir. Bu olayda, birbiri ardınca hukuka aykırı işlemler yapıldığı açıkça ortadadır.

Tüm bunların ötesinde zaten gizli olarak yürütülen bir soruşturma dosyasında, cezaevinde tutuklu olduğundan çok kısıtlı imkanlara sahip kişilerin haksız ve hukuksuz gerekçelerle müdafi desteğinin kısıtlanması ve tüm görüşmelerinin kayıt altına alınması açık bir savunma hakkı ihlalidir. 

 

1.26. Etkin pişmanların ikinci ifadelerinin kanun hilafına kollukta alınmasına izin verilmiştir:

Savcılık etkin pişman şüphelilerin aynı olayla ilgili ikinci ifadelerinin yasaya aykırı olarak kolluk tarafından alınmasına müsaade etmiştir. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “İfade alma ve sorguda yasak usuller” başlıklı 148. maddesinin beşinci fıkrasına göre, “şüphelinin aynı olayla ilgili olarak yeniden ifadesinin alınması ihtiyacı ortaya çıktığında, bu işlem ancak Cumhuriyet savcısı tarafından yapılabilir”diye belirtilmektedir. 

Kanuna göre; bir olaya ilişkin yürütülen soruşturmada ilk kez kolluk tarafından ifadesi alınmış şüphelinin, yeni delillere ulaşılması sonucu, yeniden dinlenmesi ihtiyacı ortaya çıkarsa, bu ifade alma faaliyeti sadece cumhuriyet savcısı tarafından yapılmak mecburiyetindedir.Kolluk, soruşturmaya ve suça konu bir fiille ilgili cumhuriyet savcısının izni ile dahi şüpheliyi yeniden dinleyemez.

Şüpheli olayın aynı zamanda tanığı olabilir, fakat ifadesinin alınmasında “tanık” değil “şüpheli” olarak değerlendirilmeli, buna göre ifadesi alınmalıdır. Çünkü kolluk tanık dinleyemez, hatta şikayetini öğrendiği şikayetçinin de “tanık” olarak ifadesini alamaz. Kolluğun tanık olarak dinleyemediği bir kişiyi, “bilgisine başvurulan” sıfatıyla da dinlemesi mümkün değildir. Kolluğun “bilgisine başvurulan” sıfatıyla dinlediği kişiden elde ettiği deliller, yargılamada şüpheli veya sanık aleyhine kullanılamaz.

Ancak kanunun çok açık hükmüne rağmen, etkin pişman olmaya “ikna edilen” bazı şüpheliler Cumhuriyet Savcısı’nın karşısına değil İstanbul Emniyet Müdürlüğü içindeki Mali Şube görevlilerinin karşısına çıkartılmışlardır. Bazı sanıklar bir haftaya yakın sürelerde Mali Şube’de tutulmuş, bu süre zarfında ikinci ifadeleri emniyette polislerce alınmıştır. CMK’ya göre bu ifade alma işlemi kanuna aykırı hale gelmiştir. Alınan ikinci ifadelerle birlikte, bu ifadeler yoluyla elde edilmiş olan tüm deliller de “hukuka aykırı delil” niteliğine haiz olmuştur. Bu nedenle dosyadaki etkin pişman ifadelerinin tamamına yakını yok hükmündedir. 

Yargıtay; kolluğun soruşturma aşamasında ikinci kez ifade almasının CMK m.148/5’i ihlal ettiğini, bu haliyle hukuka aykırı olan delilin hükme esas alınamayacağını kabul etmektedir.(Yargıtay 6. Ceza Dairesi 5.5.2011 tarih, 2010/30146 Esas ve 2011/6501 Karar sayılı kararı). Ancak hal böyleyken şikayet edilen savcıların etkin pişman şüphelilere ikinci kez emniyette ifade verdirmelerinin iyi niyetle bağdaşmadığı kanaatindeyiz. 

 

1.27. Arama – el koyma kararlarındaki hukuksuzluklar:

Konut ve araçların aranmasına yönelik Arama El Koyma Kararı, İstanbul 4. Sulh Ceza Hâkimliği’nin 09.07.2018 tarihli ve 2018/3798 D. İş sayılı kararı ile verilmiştir. (EK19)Bahse konu karar her ne kadar OHAL dönemi içinde alınmış olsa da, CMK'nın 116-127'nci maddelerine istinaden verilmiş bir karardır. Ancak ister OHAL döneminde çıkarılan 668 sayılı KHK'nın 3'üncü maddesine istinaden, ister CMK'nın ilgili hükümlerine göre yapılmış olsun, her iki ihtimalde de yapılan işlemler hukuka aykırı olduğundan bu işlemler sonucunda elde edilen deliller yasak delil mahiyetine bürünmüştür. Çünkü, 

 

1.28. Arama el koyma kararında fiilin ve makul şüphenin ne olduğu açıkça gösterilmemiştir:

CMK md. 116’ya göre; “yakalanabileceği veya suç delillerinin elde edilebileceği hususunda makul şüphe varsa, şüphelinin veya sanığın üstü, eşyası, konutu, işyeri veya ona ait diğer yerler aranabilir. ”Makul şüpheden ne anlaşılması gerektiği Adlî ve Önleme Aramaları Yönetmeliği md. 6’da gösterilmiştir. Buna göre; makul şüphe, hayatın akışına göre somut olaylar karşısında genellikle duyulan şüphedir. Makul şüphe, aramanın yapılacağı zaman, yer ve ilgili kişinin veya onunla birlikte olanların davranış tutum ve biçimleri, kolluk memurunun taşındığından şüphe ettiği eşyanın niteliği gibi sebepler göz önünde tutularak belirlenir. Makul şüphede, ihbar veya şikâyeti destekleyen emarelerin var olması gerekir. Belirtilen konularda şüphenin somut olgulara dayanması şarttır. Arama sonunda belirli bir şeyin bulunacağını veya belirli bir kişinin yakalanacağını öngörmeyi gerektiren somut olgular mevcut bulunmalıdır.”

İstanbul 4. Sulh Ceza Hâkimliği’nin 09.07.2018 tarihli, 2018/3798 Değişik İş sayılı kararında arama işlemini haklı kılacak bir makul şüphenin bulunup bulunmadığı, bulunuyorsa hangi somut delillere dayandığı gösterilmemiştir. Kararda sadece savcılığın talep yazısına yer verilmiştir. (EK20) Oysa ki CMK md. 116 gereğince makul şüphenin bulunup bulunmadığının tartışılması gerekirdi. Başka bir ifadeyle sulh ceza hâkimi kararında soruşturma dosyasında o anda bulunan deliller çerçevesinde makul şüphe değerlendirmesi yapmamıştır. Bu nedenle hem savcılığın talebi hem de arama-el koyma kararı hukuka aykırıdır.

CMK md. 119/1 gereğince arama kararında “aramanın nedenini oluşturan fiil”in açıkça gösterilmesi gerekir. İstanbul 4. Sulh Ceza Hâkimliği’nin 09.07.2018 tarihli, 2018/3798 Değişik İş sayılı kararında sadece savcılığın koruma tedbirlerine karar verilmesi talebindeki gerekçeler aynen yer almaktadır. Sulh ceza hâkimliği Cumhuriyet savcılığının talep yazısına dayanmaktan öte bir gerekçelendirme yazma gereği duymamıştır. Kararın “gereği düşünüldü” kısmında arama nedenini oluşturan fiil veya fiillerin neler olduğu hiçbir şekilde gösterilmemiştir. Bu nedenle söz konusu karar CMK 116 ve CMK 199’a, dolayısıyla da hukuka aykırıdır.

 

1.29. Arama işlemi hukuka aykırı olarak icra edilmiştir:

CMK m. 119/4 uyarınca; "Cumhuriyet Savcısı hazır olmaksızın konut, işyeri ve diğer kapalı yerlerde arama yapabilmek için o yer ihtiyar heyetinden veya komşulardan iki kişi bulundurulur" hükümlerine yer verilmiştir. Arama işlemlerinde bulunması zorunlu olan bu kişilere “hazirun” veya “arama tanığı” denmektedir. 

Anılan hükme rağmen; "Kandilli Mahallesi Yamaçlı Sokak No:37 Üsküdar/İSTANBUL" adresinde yapılan aramada birden fazla arama-el koyma tutanağı bulunmakta olup bu tutanakların bazılarında hiç hazirun bulunmamakta, bazılarında ise bir tane hazirun bulunmaktadır. Muhtemeldir ki arama sırasında polisler farklı bölümlerde arama yapmış, arama sırasında el yazısı ile arama-el koyma tutanağı oluşturulmuş, akabinde ise farklı bir yer veya zamanda tüm arama el koyma tutanakları birleştirilerek bilgisayar ortamında yazılı hale dönüştürülmüştür. 

Böylece polislerin anılan adresin farklı bölümlerinde hazirun olmaksızın gerçekleştirdiği arama el koyma işlemleri tek tutanağın altına üç tane hazirun adı yazılarak usule uygun hale getirilmeye çalışılmıştır. Ancak bu uygulama baştan sonra hukuka aykırılık teşkil etmekte olup kanunu dolanmaya çalışmaktan başka bir şey değildir. Bu durum ise söz konusu tutanakları CMK'nın 206'ncı maddesine göre yasak delil mahiyetine dönüştürmüştür.

Aramalar Cumhuriyet savcısı olmaksızın kolluk görevlileri tarafından gerçekleştirilmiştir. Ancak arama tutanaklarında ihtiyar heyetinden veya komşulardan kimsenin bulundurulduğuna dair bilgiler yer almamaktadır. Kandilli Mahallesi Yamaçlı Sokak No: 36 Üsküdar/İstanbul adresinde yapılan aramada kolluk görevlileri aynı anda farklı odalara dağılmış, odalar ayrı ayrı aranmış ve her oda için ayrı bir el yazısı tutanak tanzim edilmiştir. (EK21)Bunların çoğunda şüphelilerden birisi hazirun olarak gösterilmiştir. Oysa ki, bu fiziken imkânsızdır çünkü o esnada tüm şüpheliler elleri arkadan kelepçeli, yere yatırılmış durumdadırlar. Zaten CMK md. 119/4 çok açık bir düzenleme içermekte olup, şüphelilerin hazirun olarak gösterilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla ihtiyar heyetinden veya komşulardan kimse olmaksızın yapılan bu arama hukuka aykırıdır. Tutanakların bazılarında ise, hazirun imzası bulunmamaktadır. Ayrıca, bilgisayar çıktısı arama tutanağında 3 hazirun imzası bulunmaktadır. Ancak bu 3 kişinin tek tek tanzim edilmiş el yazısı ve imzaları eksiktir. İşlem sırasında kolluk görevlileri farklı oda ve bölümlerde hazirun olmadan usulsüz olarak arama yaptıkları, arama sırasında el yazısı ile arama-el koyma tutanağı oluşturdukları, daha sonra ise tüm arama-el koyma tutanaklarını birleştirerek bilgisayar ortamında yazılı hâle getirdikleri anlaşılmaktadır. Kolluk görevlileri adı geçen konutun farklı oda ve bölümlerinde hazirun olmaksızın gerçekleştirmiş oldukları usulsüz arama-el koyma işlemlerini birleştirdikleri tek tutanağın altına, üç hazirunun ismini yazmış ve imzalatmışlardır. Ancak bu durum her oda ve bölümün hazirun olmaksızın aranmasını hukuka uygun hâle getirmemektedir. Bu bakımdan da arama işlemi hukuka aykırı olup elde edilen eşyaların delil olarak kullanılması mümkün değildir. Zira Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 21.04.2016 Tarihli 2015/4672 Esas ve 2016/2330 K. Sayılı Ergenekon bozma kararında;

"Konut, işyeri, bina gibi birden fazla odası veya bağımsız bölümü olan mahallerde; şüpheli, malik, yetkili veya zilyed gibi ilgili kişilerin arama sırasında hazır bulunması; mezkur kişilerin arama yapılan yerin sadece bir bölümünde bulundurulması veya bekletilmesi demek değildir. Aramanın yapıldığı her bölümde, ilgilinin ve/veya müdafisinin hazır bulunma, aramanın kendi gözetiminde yapılmasını isteme hakkı vardır. Şüpheliye ve diğer kişilere böyle bir hak, aleyhlerine suç delili olabilecek eşyanın elde edilmesine tanık olabilmeleri ve oluşabilecek kuşkuları ortadan kaldırmak için verilmiştir. Bu husus savunma hakkının bir parçası olup aynı anda birden fazla yerde arama yapan kolluk, bu hakkın kısıtlanması sonucunu doğuracak şekilde hareket etmemelidir. Yine arama faaliyetinin tamamı, işlem tanığı olarak mahalde bulunan şahısların da huzurunda yapılmalı; bu şahıslar elde edilen her delile, bulunduğu yere, bulunma yönetime ve muhafaza altına alınışına tanıklık etmelidir.Aksine yapılan uygulama -itiraz vaki olduğunda- arama el tutanağında yazılmış ve imza altına alınmış olsa dahi elde edilen delilin sıhhati bakımından kuşku doğuracak ve o delili CMK'nın 206'nci maddesi uyarınca HUKUKA AYKIRI ELDE EDİLMİŞ DELİL vasfına sokabilecektir" denilmiştir.

Sonuç olarak el yazılı arama el koyma tutanakları ile tüm tutanakların birleştirilmesi ve hazırlanan bilgisayar yazılı arama el koyma tutanağı incelendiğinde el yazılı tutanakların büyük çoğunluğunda HAZİRUN OLMAKSIZIN arama yapıldığı görülecektir. CMK 206. maddesi gereğince bu tutanaklar hukuka aykırı delil vasfındadır. Savcılığın bu açık hukuka aykırılıkları görmeyip, söz konusu tutanakları ve bu aramalarda el konulan sözde delilleri hukuka uygun bularak iddianamesine konu etmesi hatalı ve yanlı bir uygulama olmuştur. 

 

1.30. CMK Md. 134’e Aykırılıklar:

11.07.2018 tarihli operasyon sırasında bilgisayarlar, cep telefonları, laptoplar, tablet bilgisayarlar, flash bellekler ve hard disklerin kopyası şüphelilerin huzurunda çıkarılmaksızın el konularak Emniyet Müdürlüğü’ne götürülmüştür. Bu açıdan işlem hukuka aykırıdır. Dolayısıyla Emniyet Müdürlüğü’nde her türlü oynamanın yapılması mümkün hâle gelmiştir.

CMK md. 134/2’nin 11.07.2018 tarihinde yürürlükte olan şekline göre; “Bilgisayar, bilgisayar programları ve bilgisayar kütüklerine şifrenin çözülememesinden dolayı girilememesi veya gizlenmiş bilgilere ulaşılamaması halinde çözümün yapılabilmesi ve gerekli kopyaların alınabilmesi için, bu araç ve gereçlere el konulabilir. Şifrenin çözümünün yapılması ve gerekli kopyaların alınması halinde, el konulan cihazlar gecikme olmaksızın iade edilir”. 

Ancak o tarihte olağanüstü hâl devam ettiğinden 668 sayılı OHAL KHK md. 3/1-j’deki “kopyalama ve yedekleme işleminin uzun sürecek olması halinde bu araç ve gereçlere el konulabilir. İşlemlerin tamamlanması üzerine el konulan cihazlar gecikme olmaksızın iade edilir” hükmü gereğince bilgisayarlar, cep telefonları, laptoplar, tablet bilgisayarlar, flash bellekler ve hard disklere el konularak kolluk görevlileri tarafından götürülmüştür. Ancak bilgisayar veya bilgisayar kütüklerine el konulması sırasında, sistemdeki bütün verilerin yedeklemesinin yapılması her koşulda zorunludur (CMK md. 134/3) ve bu yedeklemeden bir kopya çıkarılarak şüpheliye veya vekiline verilir ve bu husus tutanağa geçirilerek imza altına alınması gerekir. (CMK md. 134/4). Ne var ki bu işlemler hiçbir yerde yapılmamıştır. 

Olay yerinde el konulan bilişim araçları içerisindeki verinin, mahkemede hükme esas teşkil edene kadar değiştirilmeden kalması CMK md. 134’ün temel amacıdır. Bunu sağlamak için depolama aracından veri çıkarma ve analiz aşamalarının kopya üzerinden yapılması gerekmektedir. Ancak depolama aracında bulunan veri ile birebir kopyası alınan verinin birbirinin aynısı olduğunun doğrulanması gereklidir. Bu doğrulamayı sağlamak için adlî bilişimde özetleme (hashing) işlemi uygulanmaktadır. Dava konusu olayda bilişim araçlarında bulunan verilerin hash değeri alınmamıştır. Bu verilerin değişmediğinin delili ve garantisi yoktur.  Bu da dava konusu olayın dayandırıldığı delilleri şüpheli ve hukuka aykırı hâle getirmektedir.

Davaya konu olayda el konulan cep telefonları, laptoplar, tablet bilgisayarlar, flash bellekler ve hard disklerin yedeklemesi yapılmadığı gibi, bir kopya çıkarılarak şüphelilere veya vekiline de verilmemiştir. Bu hususun yer aldığı bir tutanak düzenlenmemiştir. 

Ayrıca, Kandilli Mahallesi Yamaçlı Sokak No: 36 Üsküdar/İstanbul adresinde yapılan aramada el konulan bilgisayar, laptop, tablet, flash bellek ve hard disklerin kime ait olduğu tespiti de düzgün yapılmamıştır. Dolayısıyla buradan elde edilen delillerin kimin aleyhine kullanılacağı da yapılan işlemlerdeki usulsüzlükler yüzünden belli değildir. Ayrıca söz konusu deliller götürülürken delil torbalarının mühürlendiğine dair tutanaklarda herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. 

Zaten bu işlemler şüphelilerin veya müdafilerin huzurunda yapılmadığı gibi, bu kişiler tarafından da paraflanması söz konusu olmamıştır. Söz konusu delil torbaları Emniyet Müdürlüğü’nde şüphelilerin veya müdafilerin huzurunda da açılmamıştır. Bu hususta bir tutanak veya belge bulunmamaktadır. Yine cihazların delil torbalarının hâkim huzurunda açılıp imajlarının alınması da söz konusu değildir. Bu verilerde değişiklik yapılmış olması gayet muhtemeldir. 

Bilgisayar ve bilgisayar kütüklerine el koyma işlem yapılırken, CMK'nın 134/3'üncü maddesine göre el koyma işlemi sırasında sistemdeki bütün verilerin yedeklemesinin yapılması zorunludur. Her ne kadar OHAL döneminde 668 sayılı KHK'nın 3/j bendinde kopyalama ve yedekleme işleminin uzun sürecek olması halinde bu araç ve gereçlere el konulabileceği belirtilmiş ise de el koyma tarihi itibariyle müvekkillere isnat edilen suçlar 668 Sayılı KHK’da belirtilen suçlar arasında sayılmamıştır. Bu yönüyle de el koyma işlemi OHAL döneminde yapılmış olsa da müvekkillere yapılan işlemler yönünden bağlayıcılığı bulunmamaktadır.

Bilgisayar veya kütüklerine el koyma işlemi yapılırken sistemdeki bütün verilerin yedeklenmesini müteakiben mühürlenerek zarfa veya kutuya konulması ve bir nüshasının şüpheli veya vekiline verilmesi gerekmektedir. Bu işlemlerin hiçbiri yapılmamıştır. Soruşturma aşamasında dosyadaki gizlilik kararı nedeniyle arama-el koyma tutanakları dahi tarafımıza verilmemiştir.

Şüpheli veya vekiline el konulan materyallerin kopyasının verilmesi zorunludur, mutlaka verilmesi gerekir. Bu düzenleme ile yedeklemesi yapılan sistemdeki verilerde değişiklik yapıldığı iddiasının gündeme gelmesi durumunda, şüpheli veya vekiline verilen yedek ile ekleme yapıldığı iddia edilen kopya arasında karşılaştırma yapılmasına imkan sağlanmalıdır.

Kanundaki bu düzenlemeye aykırı olarak arama sırasında el konulacak dijital materyalin imajı alınmamış (yedeklemesi yapılmamış) ve HASH değeri tespit edilmemiştir. Bu deliller belirtilen nedenlerle hukuka aykırı delil haline bürünmüştür. Zira HASH değeri olay yerinde alınıp tutanağa kayıt edilmedikten sonra delilin değişikliğe uğrayıp uğramadığı kesin bir dille ifade edilemez. Kaldı ki arama el koyma tutanaklarında delillerin delil poşetine vs. konulup konulmadığı hususu da belirtilmediği gibi, dosya kapsamından el konulan delillerin nasıl, ne zaman ve nereye taşındığına dair herhangi bir bilgi de bulunmamaktadır. Söz konusu dijital materyallerin el konulduğu andaki durumuyla muhafaza edilip edilmediği hususu şüpheli hale gelmiştir. Teknik nedenlerden dolayı olay yerinde alınamayan imajlar ise, kapandıktan sonra sadece bir defa açılabilecek şekilde tasarlanmış özel delil torbalarında taşınıp, şüpheli veya vekili şahitliğinde açıldıktan sonra imaj alma işlemi gerçekleştirilmesi gerekirdi. Ancak görevlilerce böyle bir uygulamaya da gidilmemiştir. 

Bu açılardan bakıldığında dosya kapsamındaki arama el koyma işlemlerinin hukuka aykırı yapıldığı açık olduğundan, ortaya konulmak istenen delilin kanuna aykırı olarak elde edilmiş olması nedeniyle CMK'nın 206/2'nci fıkrasının (a) bendi uyarınca ispat aracı olarak kabul edilemeyeceğinden reddolunması ve hükme esas alınmaması gerekmektedir.

Aynı şekilde, "Kandilli Mahallesi Yamaçlı Sokak No:36 Üsküdar/İSTANBUL adresindeki aramada güya ele geçirildiği iddia edilen ama kimden hangi odadan alındığı belirtilmemiş olan çok sayıda şüpheli dijital materyal vardır. Bunların kime ait olduğu ve oraya ne şekilde geldiği belirsizdir. Kime ait olduğu belirlenemeyen dijital materyallerin hükme esas alınamayacak olması izahtan varestedir.

Kandilli’deki villada yapılan aramada bazı şüphelilerin cep telefonları ve laptoplarının giriş şifreleri kendilerinden istenmiş ve şüpheliler de bu şifreleri vermişlerdir. Yukarıda da değindiğimiz üzere, şüphelilere isnad edilen suçların ne olduğu ve hakları açıklanmamıştır. Bu haklar arasında susma hakkı (CMK md. 147/1-e) da vardır. Susma hakkı AY md. 38/5’teki “hiç kimsenin kendisini suçlayan bir beyanda bulunmaya veya bu yolda delil göstermeye zorlanamaz” hükmünden doğmaktadır. Dolayısıyla şüphelilere susma hakları hatırlatılmadan cep telefonu ve laptoplarının şifrelerinin elde edilmesi ve bu sayede cihazlardan delil toplanması hukuka aykırıdır.

Ancak hal böyleyken tüm bu hukuka aykırılıklara rağmen şikâyet edilen savcılar bu dijital materyalleri iddianamelerine dayanak yapmışlar ve devam eden kovuşturma sürecinde ısrarla bu sözde delilleri dava konusu haline getirmekte ve sanıklara bunlar üzerinden sorular yöneltmektedirler.

 

1.31. Hatalı, Çelişkili Ve Yanlı Değerlendirmeler:

Şikâyet edilen savcılar tarafından kaleme alınan 18.07.2018 tarihli tutuklamaya sevk müzekkeresinde ve 08.07.2020 tarihli ana iddianamede birçok hatalı, çelişkili ve yanlı değerlendirmeler bulunmaktadır. Şikâyet edilen savcılar hukukçu kimliklerini bir kenara bırakıp adeta bir din adamı, bir ilahiyatçı ve hatta dinler üstü bir otorite gibi yorumlar yapmış ve sadece şahıslarını bağlayabilecek değerdeki bazı yorumlarla birlikte yüzlerce kişinin yaşam biçimini, inançlarını ve manevi hislerini yargılamaya çalışmışlardır. Şikâyet edilen savcıların dini literatürlere haiz ilimler gerektiren bir alanda görüş bildirmesi ve bu görüş üzerinden hukuki bir değerlendirme yapmasının doğru olmadığı aşikârdır.

Şikâyet edilen savcıların şüpheliler aleyhindeki somut delillerden hareketle değil de insan psikolojisine etki edecek demagojik bir dille mahkemeyi etkilemeye çalıştığı görülmektedir. Savcılar gerek 18.07.2018 tarihli tutukluluğa sevk müzekkeresinde gerekse iddianamede, şüphelilerinin güya yanlış bir dini anlayış içerisinde olduklarını belirtmiş ve günlük hayatlarında yaptıkları sıradan tüm eylemleri dahi güya örgütsel saiklerle yaptıklarını iddia etmişlerdir. 

Ayrıca tarafsızlıklarını tamamen kaybederek adeta müşteki ve etkin pişman şüphelilerinin vekilliği görevine soyunmuşlardır. Şikâyet edilen savcıların tarafsızlıklarını kaybettikleri, dosyadan bihaber oldukları ve tamamen müşteki/etkin pişman sanıkların soyut beyanlarını doğru kabul ettikleri iddianamenin her satırından açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Örneğin; 

İddianamede “iki kişi arasında yüklü miktarda para transferi var”denilmekte ancak bu kişilerin kim olduğu, tutarların ne kadar olduğu belirtilmemektedir. Şüphe uyandırmaya matuf bu anlatım tekniğinin hukuken kabul edilebilir yönü yoktur.

Tapu müdürlükleri ile olan yazışmalarda devir işlemlerinin “bedelli satış” olduğu yazmasına rağmen yine de bu işlemler iddianamede kasıtlı olarak “hibe yoluyla” nitelendirmesiyle açıklanmıştır.

İddianamede şüpheli ismi bile verilmeden, birilerinin kredi dolandırıcılığı yaptığı ithamında bulunulmaktadır. Ancak TCK’da böyle bir suç maddesi bulunmamaktadır. Şikâyet edilen savcıların bu ithamı da iddianameye geçirmelerindeki tek sebep, husumetli bir müştekinin ifadesinde bu anlatımın aynen bu şekilde yapılmış olmasıdır.

İddianamede şüphelilerden Emine Mine Kalça’nın ailesinden miras kalan evi sattığı iddia edilmektedir, oysa Mine Kalça’nın babası halen hayattadır. Yukarıda anlattığımız örneklerde olduğu gibi burada da savcıların bu isnadı kaleme almış olmalarının tek nedeni, husumetli müşteki ifadelerini araştırmadan satır satır iddianameye geçirmiş olmalarıdır.

Şüphelilere ait olmayan sosyal medya hesapları sanki onunmuş gibi kaydedilmiş, birden fazla kişiye ait ortak hesaplar sadece tek kişinin gibi gösterilmiş, tek bir hesabı olanlara birden çok hesabı vardır denmiş, hatta hesaba para yatırma tarihi 2016 ama o parayı çekme tarihi 2015 olarak bile verilmiştir.

İddianamede görmezden gelinemeyecek kadar çok maddi hata bulunmaktadır. Tarihlerde, soyadlarında, suç ithamlarında, suçlanan şüphelilerde sürekli karışıklık ve yanlışlık yapılmıştır. Bu da bizlere şunu göstermektedir: Şikâyet edilen savcılar göstermeleri gereken özeni göstermemişler, gereken kontrolleri yapmamışlar ve müştekilerden kendilerine iletilen bilgileri duydukları şekliyle iddianameye aktarmışlardır.

 

2. İDDİANAMEDE

 

2.1. CMK M. 170’e Aykırılıklar:

Savcıların kaleme aldıkları iddianamedeki temel sorunlardan biri CMK’nın 170’inci maddesine aykırılıktır. Pek çok suç isnadında suçun tarihi, işlendiği yer, zaman vs. gibi hiçbir unsurdan bahsedilmediği gibi birden çok müştekisi olan suçlarda da hangi eylemin hangi müştekiye yönelik olduğu ortaya konulmamıştır.  Bu durum aynı zamanda CMK’nın 125’inci maddesine aykırılık teşkil etmektedir. Savcılar bu önemli hukuki gerçeği bile bile sırf iddianameyi kalabalık tutabilmek adına bu şekilde hukuksuzluk yapmışlardır.

İddia Makamı’nın ifadelerini aldığı müşteki ve etkin pişmanlara maruz kaldıklarını iddia ettikleri cinsel eylemlerle ilgili YER ve ZAMAN BİLGİSİNİ sormaması, soruşturmanın eksik ve özensiz yapılmadığını ortaya koymaktadır. Zira, şüpheliler, kendilerine isnat edilen suçun işlendiği iddia edilen yer ve zaman bilgisine sahip olsalar, o tarihte olay yerinde olup, olmadıklarını, HTS bilgileri, yurtdışındalarsa pasaport giriş-çıkış tarihleri ve birlikte oldukları tanıklar vasıtasıyla ispatlama imkanları olacaktır. Bu kritik detayın iddia makamı tarafından ilk aşamada müşteki ve etkin pişmanlara yönetilmemiş olması, eksik soruşturma ile iddianame hazırlandığının açık delilidir. 

Oysa, Yargıtay Ceza Genel Kurulu, 1991 yılında geliştirmiş olduğu bir içtihadında[2]

“BİR İDDİANIN SAMİMİYETİ VE DOĞRULUĞU, SUÇUN İŞLENDİĞİ YER, ZAMAN, işleniş biçimi, tarafların kişilikleri, iddianın aşamalardaki değişmezliği NAZARA ALINARAK DEĞERLENDİRİLMELİDİR. MAĞDURENİN İDDİASI, AŞAMALARDA DEĞİŞTİĞİ GİBİ KENDİ İÇİNDE DE ÇELİŞKİLİDİR. BU ÇELİŞKİLER, gereksiz ayrıntılara yönelik olmayıp SUÇA VE SUÇUN İŞLENDİĞİ TARİHE İLİŞKİNDİR. İddia, olay tarihini belirleyen doktor raporu ile doğrulanmamış̧ aksine, belirtilen tarihlerde suçun işlenmediği saptanmıştır. Sanığın; yüklenen suçu işlediğine dair savunmasının aksini gösterir, cezalandırılmasına yeterli, her türlü kuşkudan uzak kesin ve inandırıcı kanıt bulunamamıştır. Bu itibarla direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.”

CMK 170. maddesinde bir iddianamede mutlak suretle bulunması gerekenler sıralanmıştır. 

Buna göre iddianamede, hangi eylemin hangi delille suç vasfı kazandığı ve hukuki niteliğinin ne olduğu ortaya koyulmalıdır. İddianame, iddiaya ilişkin delilin hangi şüpheli ile bağlantısının kurulduğunun veya hangi suçun delili olduğunun tespitine elverişli olmalıdır. İspata ilişkin bu gereklilik, savunma hakkının korunması adına zorunluluk arz etmektedir. Ayrıca atılı suçlamaların suç tarihi ve suç yeri gibi bilgilerinde iddianamede gösterilmesi zorunludur. Huzurdaki iddianamede ise işlendiği iddia edilen pek çok suçun zamanı, tarihi, ne yolla ve ne şekilde işlendiği açıklanmamıştır.

CMK m.170/4 uyarınca;  "İddianamede yüklenen suçu oluşturan olaylar, mevcut delillerle ilişkilendirilerek açıklanır." CMK 225. maddesine göre ise; "Hüküm ancak iddianamede unsurları gösterilen suça ilişkin fiil ve fail hakkında verilir." Anılan bu hükümler gereği iddianamede suçun unsurları gösterilmeyen pek çok suçun iddianame eki sevk maddelerinde yer verilmesi yeterli olmayacağından bu şekilde unsurları açıklanmayan suçlardan dolayı hüküm kurulması da mümkün olmayacaktır.

Ayrıca iddianamede diğer sivil toplum kuruluşlarınca da yapıldığı bilinen yurt içi ve yurt dışı konferanslar, seminerler, davetler, kitap basımları gibi birçok etkinlik suç olarak gösterilmektedir. Yine oy kullanıp kullanmama hakkı, bedelli askerlik konusu yahut sosyal medya aracılığıyla yapılan hakaretlere dava açılması gibi konular dahi güya örgütsel faaliyet olarak nitelendirilmiştir. Oysaki suç gibi ifade edilen bu konulara ilişkin iddianamede herhangi bir sevk maddesi dahi bulunmamaktadır.

İddianamede yer alan bu gibi eksiklerin dışında özensizlik veya farklı gayelerle yapıldığını düşündüğümüz birçok hatalı ve yanlı anlatım bulunmaktadır. Bunlardan bir kısmı şu şekildedir: 

– Tapu müdürlükleri ile olan yazışmalarda devir işlemlerinin “bedelli satış” olduğu yazmasına rağmen bu işlemler iddianamede kasıtlı olarak “hibe yoluyla” nitelendirmesiyle açıklanmıştır.

OYSA Kİ GERÇEKTE OLAN ŞU ŞEKİLDEDİR:



– İddianamenin 90. sayfasında sözde örgütün gelir kaynakları adı altında güya banka ve kredi dolandırıcılığı yapıldığı iddia edilmiş ve ortada böyle bir suç varmış gibi algı oluşturmak istenmiştir. Bu iddiaya ilişkin somut bir delil gösterilmemiştir. Ancak kanunlarımızda böyle bir suç tanımı yoktur. Bilindiği üzere banka kredi verirken kendini garantiye alıp ipotek vs karşılığında işlem yaparlar. Eğer kredi taksitleri ödenmezse hem faiz işler, hem de ipotekli mülkler satılarak alacak tahsil olunur. Krediyi ödemeyen kişi bankaların kara listesine girer, hiçbir banka nezdinde işlem yapamaz hale gelir. O yüzden hiç kimsenin bu yoldan dolandırıcılık yapması mümkün değildir. Kaldı ki iddianamede kimin, ne zaman kredi dolandırıcılığı yaptığı, hangi bankayı kaç para ve hangi yöntemlerle dolandırdığı gibi detaylar bulunmamaktadır.


– İddianame, hem ‘’LÜKS VE ŞATAFAT’’ dolu bir yaşamdan bahsedilirken, ilerleyen sayfalarda aslında yaşamın ‘’ZARURİ İHTİYAÇLARI KARŞILAMAYA YÖNELİK’’ olduğu şeklinde kendi içinde büyük çelişki, mantıksızlık ve tutarsızlık içeren yorumlara rastlanmaktadır. Bu durum iddianame hazırlanışının ne denli özensiz olduğunu, suç isnatlarının somut delillere değil yazanın kendi hayal gücüne dayandığını ve en bariz hataların dahi fark edilmediğini göstermektedir.  

İDDİANAME SAYFA 33:

"...toplumdan izole bir şekilde, lüks, şatafat içerisinde, maddi her türlü ihtiyacın kural tanımaksızın giderildiği..."

İDDİANAME SAYFA 36:

"Örgüt içinde komün hayat yaşayan üyeler, dışarıya verilen mesaj ile ters orantılı bir şekilde zaruri ihtiyaçlara yönelik bir hayat sürmektedir."

 

– İddianamede anlatılan olayların kronolojisine dahi dikkat edilmemiştir. İddianamede, 2018 yılında, 2017 seçimlerine yönelik ‘’sözde destek’’ faaliyetleri yürütüldüğü şeklinde iyi niyetten ve akli zeminden uzak iddialar yer almaktadır.   

İDDİANAME SAYFA 26:

"2018 yılı itibariyle, çok göz önüne çıkan örgüt tarafından operasyon beklentisi içine girilmiş, siyasiler ve bürokratlar ile siyasilere yakın olan kişilerle yoğun şekilde propaganda mahiyetli görüşmeler arttırılmış, yapılan programlar ve sosyal medya paylaşımlarında, 2017 yılı Haziran ayında gerçekleştirilen seçimlerde sözde destek verilerek siyasi bir kalkan sağlama arayışı içerisine girilmiştir."

 

– Samsun/Bafra ilçesinde yaşayan bir esnafa ait banka hesapları güya müvekkil Adnan Oktar’a aitmiş gibi gösterilmiştir:

İDDİANAME SAYFA 241:

"Şüpheli Adnan OKTAR adına açılmış kredi kartı ve hesaplar aşağıdaki tabloda gösterilmiştir."


– Müşteki Adil Serdar Saçan ve dönemin İstanbul Organize Suçlarla Mücadele Şubesi'nde görevli polis memurları aleyhinde açılan işkence davası zamanaşımı ile sonuçlanmış olup Anayasa Mahkemesinde incelemededir. Ancak iddianamede bu davanın beraat ile sonuçlandığına dair hatalı bir anlatım yapılmıştır. 

İDDİANAME SAYFA 24:

"... operasyonu yapan Emniyet birimi ve yöneticilerine yönelik işkence iddialarıyla açılan ve yakın dönemde beraatle sonuçlanan dava ve örgüt ana davası olmak üzere..."


– Aylin Kocaman ile Fatih Kocaman arasındaki soyadı benzerliği hatalı ve yanlı bir algı oluşturmak amacıyla iddianamede bu kişilerin evli olduğu belirtilmiştir:

İDDİANAME SAYFA 1325:

"(Aylin Kocaman) ... örgüt üyesi Fatih KOCAMAN ile örgüt liderinin talimatı ile aile birlikteliği içermeyen örgütsel amaçlar doğrultusunda kağıt üzerinde evlilik yaptığı..."

      

– Burhan Efeoğlu veya Mehmet Burak Öğe hiçbir zaman “Aquilonis” isimli bir tekne sahibi olmamıştır. Burhan Efeoğlu, geçmiş dönemde Kristal isimli bir tekne sahibi olmuş, ancak bunu daha önce satmış ve mülkiyet hakkını elinden çıkarmıştır. Burhan Efeoğlu veya Mehmet Burak Öğe bu tekneye sahip olmadığına göre, iddianamede ‘’Burhan Efeoğlu’na ait iki adet özel tekne bulunduğu’’ açıklaması aleyhe algı oluşturmak amacıyla kasıtlı olarak yazılmıştır.  Bu kişilerin hesaplarındaki “alım ve satım” hareketlerine bakıldığında bu gerçek görülebilecekken sadece “alım” hareketi üzerinden isnatta bulunmak hukuken doğru olmayıp vicdanen de kabul edilebilir bir durum değildir. 


– İddianamede, bilirkişi raporundan alıntı yapılarak Global Yayıncılığa “kitap borcu” adı altında 6.000.000.00 TL (yeni parayla 6 milyon) geldiği iddia edilmiştir. Savcılık akla ve somut gerçeklere aykırı bu durumu gerçekmiş gibi iddianamesine almıştır. Ancak bu, henüz paradan 6 sıfır atılmayan 2004 yılında yapılmış 6.000.000,00 TL.lik bir ödeme olduğu için rapora 6 TL (yeni para birimiyle)’olarak yazılması gerekirken böyle yapılmamıştır. 


– Etkin pişman sanık Beril Koncagül ifadesinde babasının öldüğü gün yayında dans etmediğini söylemesine rağmen kasıtlı olarak iddianamede o gün dans ettiği belirtilmiştir.


– İddianamede müşteki olarak gösterilen Çağla Tezcan'ın herhangi bir şikayeti bulunmamaktadır. 


– İddianamede Selda Göktan ile Kenan Oktar'ın birlikte gözaltına alındığı belirtilmesine rağmen bu durumda doğru değildir ve tutanaklarla sabittir. 


– İddianamede Erim Kutsal ve Ufuk Zeytinoğlu’nun Optima Prodüksiyon isimli şirketin yöneticileri oldukları iddia edilmiştir. Ancak bu kişiler hiçbir zaman bu şirketin yöneticisi olmamışlardır. 


– İddianamede Muhammed Keş'in ifadesinin yerinde Hayrettin Görünmek isimli kişinin ifadesi bulunmaktadır. 


– İddianamenin 3666. sayfasında sanık Seçim Köse’nin hukuki değerlendirme bölümünde “Ayça PARS isimli dosya şüphelisi ile aile birlikteliği olmayan kağıt üzerinde evlilik gerçekleştirmiş olduğu anlaşılmıştır” denmektedir. Halbuki bu kişiler hiçbir zaman evlenmemişlerdir. 


Bu gibi özensizlik, dikkatsizlik veya kasıtla yapılan maddi hatalara birçok örnek daha verebiliriz. Ancak burada önemli olan konu, iddia makamının soruşturma sürecinde ve nihayetinde hazırladığı iddianamesinde ŞÜPHELİLER LEHİNE HİÇBİR DELİL TOPLAMADIĞININ, ONLAR LEHİNE OLACAK DELİLLERİ GİZLEDİĞİNİN VE ONLAR ALEYHİNE ALGI OLUŞTURACAK BİRÇOK MADDİ HATA YAPTIĞININ GÖRÜNMESİDİR. Bu somut gerçek huzurdaki iddianamenin hukuken sağlıklı bir iddianame olmadığını açıkça göstermektedir.

 

2.2. Lehe Olan Delillerin Gizlenmesi:

Sadece soruşturma safahatı boyunca değil 4000 sayfaya yakın iddianamenin tek satırında dahi sanıklar lehine hiçbir delil gösterilmemiş ve hatta bazı deliller gizlenmiştir. İddianamede gizlenen delillerden birkaç örnek vermek gerekirse; 

İddianamede Leyla İzmailova isimli bir kişinin güya Soçi ve Akkuyu görüşmelerinde elde ettiği bilgileri Ece Koç vasıtasıyla müvekkile aktardığı iddia edilmiş ve bu nedenle müvekkile TCK m.328 kapsamında suçlama yapılmıştır. Ancak iddianamede bu görüşmelerin “devletin dış ilişkilerine, milli savunmasına ve milli güvenliğine zarar verebilecek, anayasal düzeni ve dış ilişkilerinde tehlike yaratabilecek nitelikte olmadığı”na yönelik MİT tarafından gönderilen 8.5.2019 tarihli, 12.13.020.03.000/509-111138290 sayılı ve İstihbarata Karşı Koyma Başkanı H. Oral Yurdakul imzalı müzekkere cevabı gizlenmiştir. 

İddianamede Jonathan Schanzer isimli kişinin Türkiye’ye gelişini ve kalacak yeri dahil tüm masraflarının müvekkil ve arkadaşları tarafından yapıldığı iddia edilmiştir. Savcılık İstanbul The Marmara Pera Hotel’e müzekkere yazarak Jonathan Schanzer’in konaklama masraflarının Burak Abacı’nın kredi kartıyla ödenip ödenmediğini sormuştur. Ancak işletmeden gelen “Burak Abacı’nın kredi kartıyla bir ödeme yapılmadığı” şeklinde cevabi yazıyı iddianamede gizlemiştir. 

İddianamede güya örgütsel talimat çevresinde üyelerin siyasi faaliyetlere katılım haklarının engellendiği iddia edilmiş ve bu iddiaya dayanak olarak sanıkların çeşitli gerekçelerle oy kullanmadıkları seçimler tablo halinde gösterilmiştir. Ancak sanıkların oy kullandıkları seçimler iddianamede gizlenmiştir. 

İddianamede yıllardan beridir arkadaş olduklarını belirten sanıkların bir kısmının yıllar öncesinde kendi aralarında yaptıkları birkaç yüz liralık hesap hareketleri üzerinden isnatlar yer almaktadır. Ancak iddianamede banka işlemi yaparken o işlemin ne amaçla yapıldığına dair yazılan  “AÇIKLAMA” bölümleri gizlenmiştir. 

İddianamede güya cinsel suç mağduru olduğunu iddia eden müştekilerin iddialarına konu eylemlerin yaşandığı tarihlere ait sanıklar lehine olan ve soruşturma dosyasına sunulan fotoğraflar, yazışmalar vb. gizlenmiştir. 

Müvekkilin güya FETÖ terör örgütüne üye olmamakla birlikte yardım ve destek sağladığı iddia edilmiş ve bazı konuşmaları gerçek bağlamından kopartılıp çarpıtılarak bu suçlamaya dayanak yapılmak istenmiştir. Ancak müvekkilin 2010’lu yıllardan bu yana FETÖ lideri ve yandaşları hakkında yaptığı ağır eleştiriler içeren konuşmaları ve FETÖ’cü emniyet ve yargı mensuplarınca yapılan kumpas dosyaları iddianamede gizlenmiştir. 

Bu örnekleri çoğaltmamız tabiki mümkündür. Görüldüğü üzere iddia makamı hem soruşturma sefahatinde hem de iddianamesinde şüpheli/sanıklar lehine olan delilleri toplamamış ve dahi gizlemiştir.  

Daha da ilginci, lehe delillerimizi sunmak istediğimizde de bunlar engellenmiştir.

Soruşturma sürecindeki asılsız iddialara cevap vermek amacıyla dosyaya sunmak istediğimiz 08.10.2018 tarihli dilekçemiz Savcı Caner Babaloğlu tarafından yeterli ve ikna edici bir gerekçe gösterilmeden reddedilerek dosyaya alınmamıştır. 

Daha sonra, yine müvekkil hakkındaki iddialara cevap vermek için dosya sunmak istediğimiz 19.10.2018 tarihli dilekçenin ekinde yer alan 1 adet CD, Sayın Savcılık tarafından dosyaya alınmamıştır. 

Bilindiği üzere, 3071 sayılı Dilekçe Hakkının Kullanılmasına Dair Kanunun 3. maddesine göre: 

”Türk vatandaşları kendileriyle veya kamu ile ilgili dilek ve şikayetleri hakkında, Türkiye Büyük Millet Meclisine ve yetkili makamlara yazı ile başvurma hakkına sahiptirler"

Başbakanlıkça çıkartılan 2014/12 sayılı genelge uyarınca: "Bireylerin ve tüzel kişilerin başvuru dilekçelerini alan idari makamlar, dilekçelerin alındığı tarih, kayıt numarası ve konusunu gösteren alındı belgesini düzenleyip, bu alındı belgelerini, herhangi bir ücret talep etmeden, başvuru sahiplerine vereceklerdir" 

Ayrıca, TCK 121. Maddesi: “Kişinin belli bir hakkı kullanmak için yetkili kamu makamlarına verdiği dilekçenin hukukî bir neden olmaksızın kabul edilmemesi hâlinde, fail hakkında altı aya kadar hapis cezasına hükmolunur." hükmüne amirdir. 

İzah ettiğimiz tüm bu kanun hükümlerinin haricinde, hemen her aşaması kamuoyuna mal olan bir soruşturma dosyasında yer alan şüphelilerin, kendilerini savunmaları, haklarındaki iddialara cevap vermeleri ve lehlerine olacak delillerin toplanmasını istemeleri ve tüm bu sürecin hukuka, adalete ve vicdanlara uygun olarak yürütülmesini istemeleri en tabi haklarıdır. Kaldı ki, Anayasamız ve mevcut mevzuatlarımız bunu gerektirir ve emreder. Ancak hal böyleyken Savcı Caner Babaloğlu şüphelilerin bu haklarını engelleyerek çok ciddi hak ihlallerine sebep olmuştur.

 

2.3. Faili Olmayan Suç İsnatları:

Savcılar iddianamede Adnan Oktar’a TCK 328 suçlaması yapmaktadır. Ancak suç isnadının asıl failleri olan etkin pişman sanık Ece Koç ve henüz hakkında soruşturması devam eden Leyla İsmailova isimli kişiler TCK 328’den sevk edilmemiştir. Bu suçun oluşabilmesi için gereken temel koşul olan “bilginin devlet sırrı olması” gerekliliğinin oluşmadığı bizzat savcılık makamının hem Dışişleri Bakanlığı’ndan ve hem de MİT’ten aldıkları raporlarla sabittir. Bu raporlar dosyada yer almaktadır. Ortada suç olmadığı halde savcılar bile bile sanık Adnan Oktar’a TCK 328 suçu isnat etmiştir.

 

2.4. Somut Gerçeklerle Bağdaşmayan İsnatlar Sırf Suç Varmış Gibi Gösterilebilmek İçin İddianameye Yazılmıştır:

EĞİTİM-ÖĞRETİM HAKKININ ENGELLENDİĞİ İSNATLARI:

Savcılar, bazı müştekilerin ve etkin pişmanların anlatımlarından yola çıkarak, Adnan Oktar’ın tüm arkadaşlarının eğitim – öğretim hakkı üzerinde baskı kurduğu, bu hakkı kullanmalarını engellediği yönünde TCK 112 suçu isnat etmiştir. Üstelik bunu yaparken Adnan OKTAR tarafından, “Okuyup ne yapacaksınız? Gidip orada götünüzü mü siktireceksiniz?” dendiğini iddianameye koyabilecek kadar alçalmışlardır. Bunun ardından da ÖRGÜT MENSUBU KADINLARIN ÖRGÜTE KATILMALARINDAN KISA BİR SÜRE SONRA EĞİTİM HAYATLARINA DEVAM ETMEDİKLERİ, EĞİTİMLERİNİ TAMAMLAMADIKLARI TESPİT EDİLMİŞTİR şeklinde bir tespitle suçlama yapmışlardır.

Oysa sanıklar arasında yer alan 55 bayanın, Adnan Oktar camiasına katıldıktan sonra lise, üniversite, yüksek lisans veya doktora bitirerek diploma aldığı görülmektedir. Savcı da bu bilgilere sahiptir ancak bunu ispatlayan YÖK’ten temin edilen rapor, ilginç bir şekilde dosyada yer almamaktadır. CMK md. 160/2 gereğince Cumhuriyet savcısı maddî gerçeği araştırmak ve şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplamak zorundadır. Dolayısıyla Cumhuriyet savcısının bazı bilgi ve delilleri gözardı etmesi hukuka aykırı olmuştur.   

OY KULLANMA FAALİYETLERİNİN ENGELLENDİĞİ İSNATLARI:

İddianamede “siyasi faaliyetlere katılım” diye bir bölüm mevcuttur. Bu bölümdeki suç isnadı, Adnan Oktar’ın sözde örgüt üyelerinin oy kullanmalarına mani olması üzerine kuruludur. Örneğin iddianame sayfa 28’de “Son dönemde popülizm arayışı hariç, (Adnan Oktar) mensuplarının oy kullanmalarına mani olmuştur” denmiştir. 

İddianamede birçok kişinin hukuki değerlendirme bölümünde de “ŞÜPHELİNİN ÖRGÜT LİDERİNİN TALİMATI VE ZORLAMASINA UYARAK ÖRGÜTSEL BİR TAVIR SERGİLEMEK SURETİYLE .... SEÇİMLERİNDE  OY KULLANMADIĞI TESPİT EDİLMİŞTİR” denmektedir.

Ancak bu genelleme yapılırken, toplam 82 kişinin oy kullanma davranışı savcılar tarafından değerlendirme dışı tutulmuştur. Bu kişilerin iddianamede iddia edildiği gibi zorlamayla oy kullanmamış oldukları gerçek mi değil mi kontrol edilememektedir çünkü dosyaya YÖK tarafından gönderilen rapor dosyada bulunamamış ve müdafilere de verilmemiştir. ANCAK, bu 82 kişi içinden ifadelerinde konu ile alakalı bilgi bulunan 3 kişinin, Hüseyin Alpar Sayın, Esra Erdeleklioğlu ve Nihat Balaban’ın TÜM SEÇİMLERDE OY KULLANDIĞINI biliyoruz. Bu durumda savcılar, işlerine gelmeyen kişilerin durumlarını gösteren raporu gizlemekte ve bu bilgilere de iddianamede yer vermemektedirler. 

Yine aynı konu ile ilgili olarak, iddianamede 68. sayfada “...bilhassa başkanlık sistemine geçişe dair referandum ve seçimlerde OY KULLANILMAMASI YÖNÜNDE KESİN TALİMATININ OLDUĞU, oy kullanmak isteyen bir kısım mağdur müştekilerin (örgüt üyeleri) yine örgüt lideri ve diğer örgüt üyeleri tarafından engellendiği... denilmektedir. Oysa bu seçimde örgüt üyesi veya yöneticisi olmaktan dolayı şu an yargılanan 43 kişinin oy kullandığı yine iddianamede yazmaktadır. Değerlendirmesi gösterilmeyen 82 kişi içinden de oy kullananlar çıkacaktır ve bu sayı artacaktır. 

Örgüt liderinin OY KULLANILMAMASI yönünde kesin talimatı var” denilen bu seçimde, sözde örgütün yöneticilerinden İbrahim Tuncer, Merve Büyükbayrak ve Halil Hilmi Müftüoğlu oy kullanmıştır. 

Bu durum bize 2 temel gerçeği göstermektedir:

  • Savcı yeterli araştırmayı ve değerlendirmeyi yapmadan iddianameyi yazmıştır.
  • Bu durum örgüt olarak adlandırılan grubun hiyerarşik bir yapıya sahip olmadığını göstermektedir. Çünkü bir örgüt söz konusu olsaydı, altlık-üstlük ilişkisi olacak ve örgüt liderinin talimatına harfiyen uyulması gerekecekti. Oysa ki bizzat iddianamedeki bilgiler göstermektedir ki, sözde örgütün bazı üyeleri liderlerini dinlemeyerek oy kullanmışlardır! Bu gerçeğe rağmen savcılar yine de iddianamede suç örgütü nitelemesini ısrarla kullanmışlardır. 

HÜRRİYETİ TAHDİD İSNATLARI:

Ailesinin evinde yaşadığını kendisi ifade eden müşteki Handenur Ünal, güya sanık Sedat Altan’ın kendisinin evden çıkmasını yasakladığını iddia etmiştir. Buna dayanarak savcı da “iddianamede sanık Cem Sedat Altan’ın Müşteki Hande Nur ÜNAL’ın başka yere gitme özgürlüğünü kısıtlayarak hürriyetini tahdit ettiği” isnadıyla sanık Cem Sedat Altan’ı TCK 109/1, 2, 3-f ve 5 maddelerinden sevk etmiştir.

Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunun oluşabilmesi için mağdurun hareket etme özgürlüğünün kısıtlanmasına yönelik bir eylemin yapılması gerekir. Yapılan hareketin mağdurun hareket özgürlüğünü kısıtlamaya elverişli olması gerekir. Olayda ailesiyle birlikte yaşayan, sanık Cem Sedat Altan ile fiziksel olarak aynı ortamda bulunmayan mağdurun hürriyetinin kısıtlandığını iddia etmek mümkün değildir. Mağdurun telefon ile aranarak dışarı çıkmasının engellenmesi suçun oluşması için elverişli bir hareket değildir. Kaldı ki, mağdur, beyanına göre, istediğinde dışarı çıkmaktadır. Tüm bunları bile bile sanığı TCK 109’dan suçlamak savcıların görevlerini kötüye kullandıklarının göstergesidir. 

KARA PARA AKLAMA İSNATLARI:

İddianamede “kara para aklama” suçuna ilişkin bir edebiyat kullanılmaktadır. Ancak dönüp dolaşıp konu şu şekilde değerlendirmeye alınmaktadır:

‘’Yeni kurulan ticari faaliyeti olmayan şirket hesaplarına nakit yatırma ve çekme fiil ve eylemlerinin para aklamaya mutaf eylemler olabileceği...‘’

Öncelikle, kara para aklama bu şekilde olmaz. Ayrıca bu suça karıştığı iddia edilen şirketler hangileridir belirtilmemiştir. Hangi tarihte, kaç para yatırılmış, kaç para çekilmiş belli değildir. Şüpheli fiillerin bile ne olduğu belirtilmemiştir. Kara para aklamanın ne şekilde yapıldığı, daha da önemlisi öncül suçun ne olduğu da belirtilmemiştir. Tüm iddianameye hakim olan zihniyet bu konuda da görülmektedir: Net bir suçlama yapmadan, fiil ve fail belirtmeden, edebiyat yöntemiyle 4000 sayfalık iddianame ortaya koymak, yüzlerce kişiyi töhmet altında bırakmak, 1,5 yıldır cezaevinde yatırmak, tüm malvarlıklarına el koymak, şirketlerini ve ticari itibarlarını batırmak.

İddianamede Global Yayıncılık firması hakkında kara para aklama yaptığı iddia edilirken, sevk maddelerinde bu firma yer almamaktadır. 

GERÇEKLERİN ÇARPITILMASI:

Savcılar iddianameyi kaleme alırken alenen “suç uydurmuşlardır.” İslami bir kavram olan infak kelimesini kullanıp, TCK’da karşılığı olmayan bir suç uydurarak yüzlerce kişiyi töhmet altına sokmuşlardır. İddianamede sözde suç örgütünün üyelerinin ailelerinden kendilerine intikal eden mirasları (sayıca çok azdır) nakide çevirmiş olmaları ya da geçmişte edindikleri menkul/gayrımenkulleri satmaları “infak” denerek suç gibi gösterilmeye çalışılmıştır. 

Başka bir konu, iddianamede bahsi geçen “banka ve kredi dolandırıcılığı” isnadıdır. Oysa teknik olarak bu suçu işlemek çok özel koşullar dışında (banka sahibi olmak gibi) mümkün değildir. Zaten bu suç isnadına yönelik olarak tek bir bankanın veya finans kurumunun şikayeti de bulunmamaktadır. Çünkü banka veya finans kurumu teminatlarını alarak kendini sağlama almadan kredi asla vermez. Geri ödenmeyen krediler de bu teminatlar üzerinden faiziyle birlikte tahsil edilir. Dolayısıyla iddianamede bahsi geçen suç “işlenemez suç” niteliğindedir.

İddianamede bazı gayrımenkuller hakkında “hibe edildi” değerlendirmesi yapılmıştır. Oysa savcılık makamı tüm tapu müdürlüklerine yazı yazmış, buna cevaben gelen raporlarda tek bir hibe ifadesi bulunmamasına rağmen iddianamede “hibe yoluyla devir” şeklinde bir değerlendirme yapılarak kişiler hakkında şüphe uyandırılmak istenmiştir. 

 

2.5. İddianamede, “Virgül Sonrası Blok Şekilde” Yapılan Suçlamalara İtibar Edilmiştir:

CMK m.170/4, “iddianamede, yüklenen suçu oluşturan olaylara, mevcut deliller ile ilişkilendirilerek açıklanır” hükmüne amirdir. Keza, iddianame nitelikli ve gerekçeli olmalıdır. Delillerle fiil ve fail irtibatlandırılmalıdır. Sonuç bölümünde, şüphelinin aleyhine ve lehine olan hususlara yer verilmelidir Soruşturmaya başlarken de yukarıda zikrettiğimiz aynı ilke geçerlidir (CMK m. 160/2). Savcı, iddianamede eylemi vasıflandırırken cezanın değerlendirilmesindeki kriterleri gözetmeli ve mahkemeye tüm yönleri ile ele alınmış bir hukuki değerlendirme sunmalıdır (TCK m. 61).

Nitekim Yargıtay’a göre de, 

“İddianamenin ayrıntılı olması, sanığa yüklenen fiilin nelerden ibaret olduğunun hiçbir duraksamaya meydan vermeyecek şekilde açıklanması zorunludur. Sanık sorgusundan önce iddianame okunduğunda üzerine atılı suçun ne olduğunu anlamalı ve buna göre savunmasını yapabilmeli, kanıtlarını sunmalıdır. Yüklenen suç belirsiz olmamalı, açık ve net olarak belirlenmeli, savunma hakkı kısıtlanmamalıdır. Suç yükleme niteliğine sahip olmayan belge hukuken iddianame sayılamayacağından, usulüne uygun açılmamış bir davada hüküm kurulmasının AİHS’nin adil yargılanmayı düzenleyen 6. maddesine aykırılık teşkil edeceği gözetilmelidir.Açıklamalarla desteklenip bir kısmı fiili olgulara dayanan şikâyete konu iddiaların ispat edilememiş olmasının tek başına iftira suçunun oluşumu için yeterli sayılamayacağı gözetilip Anayasal bir hak olan şikâyet hakkının kullanılıp kullanılmadığı tartışılmalıdır.[…]iddianamede sanığın iftira suçunu oluşturan herhangi bir eyleminden bahsedilmeksizin sadece mağdur ve sanıkların ifadelerine yer verilerek, Milli Eğitim Müdürlüğü müfettişinin iddialarla ilgili işlem yapılmasına gerek olmadığına dair raporundan bahsedilerek SEVK MADDELERİNE GÖRE CEZALANDIRMA İSTEME ŞEKLİNDEKİ İDDİANAMENİN SUÇ YÜKLEME SAYILAMAYACAĞI DOLAYISIYLA ANILAN BELGENİN HUKUKEN İDDİANAME SAYILAMAYACAĞI gözetilmeden usulüne uygun açılmamış bir davada hüküm kurularak AİHS’nin adil yargılanmayı düzenleyen 6. maddesine aykırı davranılması, […]” (Yargıtay 4. Ceza Dairesi, Esas: 2010/21275, Karar: 2012/13997, Tarih: 11. 06. 2012 sayılı kararı)

Yargıtay istikrar bulmuş benzer yönde bir başka kararında ise benzer gerekçelerle şu şekilde bir tespitte bulunmuştur:

“Bu açıklamalar ışığında; iddianame ayrıntılı olmalı, şüpheliye isnat edilen eylemlerin nelerden ibaret olduğu hiçbir duraksamaya meydan vermeyecek şekilde açık bir biçimde belirtilmelidir. Sanık sorgusundan önce iddianame okunduğunda üzerine atılı suçun ne olduğunu anlamalı ve buna göre savunmasını yapabilmeli, kanıtlarını sunmalıdır. Yüklenen suç belirsiz olmamalı açık ve net olarak belirlenmeli, savunma hakkı kısıtlanmamalıdır. Ayrıca mahkemenin iddianamede belirtilen eylemin suç olup olmadığını, suç oluşturuyor ise hangi suçu oluşturduğunu isabetli bir şekilde takdir edebilmesi için iddianamede anlatılan eylemin açık ve anlaşılır olması gerekmektedir. […]. CMK'nın 174. maddesinin ikinci fıkrasında, suçun hukukî nitelendirilmesi sebebiyle iddianamenin iade edilemeyeceği hüküm altına alınmıştır. Ancak, dosyadaki tek delil olan müştekinin beyanında, şüpheli ...'ün kendisine hitaben “öldürürüm seni, yirmi dört saat içinde evden çıkacaksın, p...venk” şeklinde sözler söylediğini belirtmesine karşın, iddianamede, “o esnada şüphelilerin müştekiye hitaben, "öldürürüz seni... 24 (Yirmi dört) saat içerisinde o evden çıkacaksın. P...venk..." dediği” şeklinde anlatım yapıldığı, fakat şüpheli ...'ün tehdit eyleminin açıklanmadığı, dosyadaki mevcut delil durumu, iddianamenin iadesi kurumunun uzun süren yargılama süreçlerinin önüne geçilebilmesi ve davaların tek oturumda bitirilebilmesi amacıyla düzenlenmiş olması, şüphelinin lekelenmeme ve gereksiz yere yargılamaya maruz bırakılmama hakları birlikte değerlendirildiğinde, İDDİANAMENİN BELİRTİLEN UNSURLARI TAŞIMADIĞI ANLAŞILMIŞTIR. Açıklanan nedenlerle; yapılan soruşturma evresi sonucunda Urla Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 02/04/2019 tarihli ve 2019/899 soruşturma, 2019/462 esas, 2019/461 Sayılı iddianamenin iadesine ilişkin Urla 1. Asliye Ceza Mahkemesi'nin 22/04/2019 tarihli ve 2019/243 iddianame değerlendirme sayılı kararında ve bu karara karşı yapılan itirazın reddine dair İzmir 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 08/05/2019 tarihli ve 2019/784 Değişik İş sayılı kararında herhangi bir isabetsizlik bulunmamaktadır.” (Yargıtay 4. Ceza Dairesi, Esas: 2010/21275, Karar: 2012/13997, Tarih: 11. 06. 2012 sayılı kararı)

Ancak huzurdaki iddianameye bakıldığında Yargıtay’ın kararlarında belirttiği, “sanığa yüklenen fiilin nelerden ibaret olduğunun hiçbir duraksamaya meydan vermeyecek şekilde açıklanması zorunludur” ilkesine riayet edilmediği çok açıktır. Müştekilerin büyük bölümü özellikle “örgüt üyeliği ve cinsel suç isnatlarında” deyim yerindeyse toptancı mantığıyla hareket etmiş ve “üye olduğunu bildiğim kişiler” veya “cinsel ilişkiye girdiğim kişiler” diyerek bildiği tüm isimleri sıralamıştır. Yine deyim yerinde olacaksa bu durumu “virgül sonrası suçlamaları” diye adlandırabiliriz. Müştekilerin ifadelerine bakıldığında tamamı aynı formatta yani virgül arasında birçok isim sıralamış ancak bu isimlerin isnat ettiği suçla olan ilişkisinden bahsetmemiştir. 

Böyle soyut, dayanaksız ifadelerin bir ceza yargılamasına konu edilemeyeceği çok açıkken iddia makamı bu ifadeleri mutlak doğrularmış gibi kabul ederek sadece virgül sonrası ismi sayılan kişiler hakkında tutuklama, mal varlıklarına el koyma kararları vermiş, iddianamesinde yüzlerce yıla varan hapis isteminde bulunmuştur. Ancak yukarıdaki Yargıtay kararlarında da belirtildiği üzere, “SEVK MADDELERİNE GÖRE CEZALANDIRMA İSTEME ŞEKLİNDEKİ İDDİANAMENİN SUÇ YÜKLEME SAYILAMAYACAĞI DOLAYISIYLA ANILAN BELGENİN HUKUKEN İDDİANAME SAYILAMAYACAĞI”  açıktır. Yani iddia makamı tarafından hazırlanan ve iddianame olarak anılan huzurdaki belge, hukuken geçerli bir iddianame hükmünde değildir.

İddianamede en temel kriter olan “amaç suç” yoktur

Suç örgütünün varlığı için öncelikle ortada bir amaç suçun bulunması zorunludur. Nitekim TCK'nın 220 maddesine göre; "Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla örgüt kuranlar veya yönetenler, örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olması halinde, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." Hükmün açık ifadesinden de anlaşıldığı üzere suç örgütü kurma suçundan hüküm verilebilmesi için örgütün yapısının amaç suçları işlemeye elverişli olması gerekmektedir. Dolayısıyla öncelikle örgütün varlığı için işlemeyi amaçladığı bir takım amaç suçlar var olmalı ve örgüt yapısı da bu amaç suçları işlemeye elverişli olmadır. Yargıtayda bir grubun suç örgütü olarak nitelendirilip nitelendirilemeyeceğini incelerken öncelikle amaç suç unsurunun gerçekleşip gerçekleşmediğini incelemektedir. İddianamede ise sözde örgüt iddiasına ilişkin bir amaç suç gösterilmiş değildir.


2.6. İddianamede Suç Örgütlerinde Aranan En Temel Kriter Olan “Amaç Suç” Yoktur:

İddianamenin 32'nci sayfasındaki; "Adnan Oktar Suç Örgütünün Amacı" başlıklı bölümde, sanıkların İslamı dünyaya hakim kılmak, İslamı tebliğ etmek, Mehdi'ye zemin hazırlamak, idarede söz sahibi olmak gibi nedenlerle bir araya geldiği belirtilmiştir. İddianamede belirtilen bu amaçların hiçbiri kanunun suç saydığı fiiller değildir. Bu durum esasında mevcut birleşmenin suç örgütü olmadığını, dini saiklerle ve legal amaçlarla oluştuğunu da açıkça ortaya koymaktadır. Nitekim bir suç örgütünün varlığı için suç işleme amacı etrafında fiili birleşme gerekmekte iken müvekkilin arkadaş grubu için böyle bir birleşmeden bahsetmek mümkün değildir.iddianamenin Adnan Oktar Suç Örgütünün kuruluşu ve tarihsel gelişimi başlıklı ilk kısmında müvekkilin 1979-80 yıllarında henüz öğrencilik döneminde Risale-i Nur çerçevesinde mehdiyet konulu, evrim ve masonluk karşıtı sohbetler yaptığı dile getirilmiştir. Herhangi bir suç işleme amacının olmadığı bizatihi iddia makamınca ortaya konulmuştur. Bu noktada herhangi bir suç unsuru tespit edemeyen savcılık, camilerde yapılan din içerikli sohbetleri dahi örgütsel faaliyet olarak nitelendirmiş ve müvekkilin arkadaş grubuna illegal bir nitelik kazandırmaya çalışmıştır.

İddianamenin ilerleyen kısımlarında ise bu arkadaş grubundan farklı dini anlayış ve yorumlar sebebiyle bir takım kişilerin ayrıldıkları belirtilmiştir. Bu husus dahi tek başına ortada bir suç örgütü değil inanç grubu olduğunu ve bu kişileri bir araya getiren veya ayıran faktörün "inanç birliği" olduğunu ispatlar niteliktedir. Bu demektir ki bu kişiler suç işleme amacı etrafında değil, ortak değerleri paylaşma amacı etrafında birleşmişlerdir. Nitekim iddia makamı bu inanç grubu içindeki, bazı hadis ve sünnetlerin reddedilmesini, tesettür , namaz vakitleri ve zina konularındaki Kuran ayetlerinin yorumlarını eleştiri konusu yapmıştır. Ancak bunların TCK anlamında hangi suçu oluşturduğuna ilişkin bir tespitte bulunamamıştır. Bu nedenle de yapılan her türlü legal faaliyeti suç örgütü kapsamında değerlendirme yoluna gitmiştir.

Yine iddianamenin pek çok yerinde şüphelilerin Türk aile yapısını yok etmek, toplumsal değerleri dejenere etmek, kendi değerlerini toplumun zihnine işlemeye çalışmak gibi amaçlar taşıdıkları belirtilmektedir. Bu iddiaların hiçbiri doğru olmamakla birlikte iddianamede örgüt olduğu iddia edilen yapının amacı olarak belirtilen bu hususlar kanunun suç saydığı fiiller değildir.

İddianamenin 32'nci sayfasındaki; "Adnan Oktar Suç Örgütünün Amacı" başlıklı bölümün son kısmında ise Adnan Oktar suç örgütü olarak ifade edilen yapının "... Kanunun suç saydığı iddianamenin ekinde yer alan sevk tablosundaki tüm suçları işlemeyi ve suçun her türlüsünün mübah sayıldığı örgütsel yapının devamını amaçladığı değerlendirilmektedir." şeklinde soyut ve hukukilikten uzak bir ifade kullanılmıştır. Bu durum ise esasında örgüt olarak nitelendirilen oluşumun işlemeyi hedeflediği amaç suçların tespit edilemediğini ve dolayısıyla suç örgütünün unsurlarının ortaya konulamadığını göstermektedir. Yargıtay 6. Ceza Dairesi'nin 29.04.2019 tarihli ve 2017/2056 E. ve 2019/2679 K. Sayılı ilamında; "....suç örgütü kavramının ne olduğu unsurlarının ve tespiti, önemli olduğu kadar hangi suçların suç örgütünün amacı ve faaliyeti kabul edileceği veya edilemeyeceğinin belirlenmesi gerekir." denilerek amaç suçların tespit edilmesi gerektiğinden bahsedilmektedir.Bu kapsamda sözde örgüt yönetici ve üyelerinin hangi suçları işlemek için bir araya geldiğinin ve bu amaç suçları işleme iradesi veya kastının savcılık makamınca belirlenmesi gerekirdi. Aksi halde suç işleme amacıyla kurulmuş bir örgütten bahsedilemeyecektir. Etkin pişmanlıktan yararlanan sanıkların ve camia içerisinde uzun yıllar bulunup daha sonra müşteki olarak değerlendirilen kişilerin beyanlarında da amaç suçun gösterilmemiş olması, iddianamede soruşturma savcılarının yaklaşık üç yıl süren uzun bir soruşturma sonunda bile amaç suçu belirleyememiş olması, ortada bir suç örgütünün varlığından bahsedilmesinin mümkün olmadığını gösterir niteliktedir.

Kaldı ki iddianame eki sevk tablosuna bakıldığında sözde örgüt tarafından işlendiği iddia edilen hürriyeti tahdit, eğitim öğretim hakkının engellenmesi ve cinsel saldırı, Mal bildiriminde bulunmama ya da eksik mal bildiriminde bulunma, hakaret vs.suçların amaç suç olamayacağı açıktır. Zira dünyanın hiçbir yerinde bu tür amaçlarla bir araya gelen bir suç örgütlenmesi yoktur.

İddianamenin 11'nci sayfasında ise örgütün suç işleme kastı çerçevesinde illegal ekonomik kazanç elde etme amacının bulunduğu soyut biçimde ifade edilmiş ancak iddianamede illegal ekonomik kazancın ne şekilde elde edildiğini gösteren bir delil ortaya konulmamıştır.Zira sevk maddesi olarak gösterilen TCK'nın 282'nci maddesindeki "Suçtan Kaynaklanan Malvarlığı Değerlerini Aklama" suçunun yalnızca dosya kapsamındaki bir sanık yönünden işlendiği ifade edilmiş, yönetici olarak gösterilen sanıklara ise bu suç yönetici oldukları gerekçesiyle izafe edilmiştir. Suç örgütü olarak ifade edilen bu grubun amacı illegal ekonomik kazanç elde etme ise bu suçun devamlılık arz etmesi gerekip tüm örgüt üyelerince amaç suçun benimsenmiş olması gerekmekte iken amaç suç olarak ifade edilen bu suçların sözde örgüt üyesi ve yöneticisi olarak yargılanan sanıklarca benimsendiğini gösteren tek bir delil dosyada mevcut değildir. Olsa olsa ortada bireysel ve kişisel bir eylemin varlığı söz konusudur.

Bununla birlikte ekonomik suçların diğer şüphelisi Özkan MAMATİ'nin ise aynı suçların faili olmasına rağmen dosyasının ayrılması da savcılık makamının ekonomik suçları amaç suç olarak ele almadığını ortaya koymaktadır. Zira savcılık makamınca aynı suçlardan şüpheli konumundaki Özkan MAMATİ'nin dosyası 20.06.2019 tarihli ayırma kararı ile "evraklar arasında hukuki ve fiili irtibat bulunmadığı gerekçesi" ile ayrılmıştır. Demek ki savcılık da örgüt kapsamında ekonomik suç işlendiğini iddia eden Özkan MAMATİ'nin beyanlarını yeterli görmeyerek dosyasını ayırmıştır. Ekonomik suçlar bölümünde ayrıntılı olarak izah edileceği üzere Özkan MAMATİ'nin bu suçları bireysel olarak işlemiş olması kuvvetle muhtemeldir zira bu şahsın dahli olmadan işlendiği iddia edilen iddianame kapsamında hiçbir ekonomik suç bulunmamaktadır. Kendisi de emniyet ifadesinde ekonomik suçların kendi organizatörlüğü içinde işlendiğini iddia etmektedir. Bu durum ise ekonomik suçların varlığı halinde suçun Özkan MAMATİ tarafından bireysel olarak işlendiğini ortaya koymaktadır.

Yargıtay 8. Ceza Dairesi'nin 26.11.2001 tarihli ve 2001/14218 Esas ve 2001/16512 K. Sayılı kararında; "Sanıkların tehdit ve şantaj yoluyla haksız çıkar sağlamak amacıyla örgütlendiklerinin kanıtlanmadığı, ancak bir olaya özgü olarak tek bir kişiye yönelik gasp eylemlerinin 4422 sayılı Yasanın 1. maddesinde tanımlanan suçu oluşturamayacağından mahkemenin kabulünde bir isabetsizlik görülmemiş bulunmakla" diyerek tek bir olaya özgü bireysel eylemlerin suç örgütü adı altında işlendiğinin kabul edilemeyeceğini ortaya koymuştur.

Diğer yandan sanıkların infak adı altında getirdiği iddia edilen paraların ise sanıkların yasal miras payı ve kendi kazançları olup illegal olarak elde edilen bir kazanç söz konusu değildir. Buna karşın hukuken yasal hakları olan miras paylarını gönüllü olarak harcama hakkına sahip olan sanıkların bu tür fiilleri dahi iddianamede suç olarak gösterilmeye çalışılmıştır. Aynı şekilde suç örgütünün amaç suçları olarak ifade edilen kaçakçılık, dolandırıcılık, şantaj vs. gibi iddia edilen eylemler de bireysel boyutta kalmış suçlamalar olup kollektif biçimde işlendiği ispat edilememiştir. Bu bağlamda hukuka uygun şekilde kurulmuş olan veya hukuka uygun amaçlar çerçevesinde faaliyet gösteren kuruluşlar veya oluşumlar bünyesinde işlendiği iddia edilen münferit suçları TCK'nın 220'nci maddesi kapsamında ele almak mümkün değildir. Dolayısıyla böyle bir durumun varlığının tespiti halinde işlendiği iddia edilen suçun failinin şahsi sorumluluğuna gidilmesi gündeme gelmelidir.

Yine TCK'nın 220'nci maddesinin gerekçesinde suç örgütünün amaç suçları işlemede kolaylık sağladığından bahsedilmektedir.Buna karşın iddianamede amaç suç olarak gösterilen hangi suçun var olduğu belirtilen suç örgütünün sağladığı kolaylıktan yararlanılarak işlenildiği de belli değildir.


3. KOVUŞTURMA AŞAMASINDA

3.1. Sanıkları Yanıltma Çabası:

Savcı Caner Babaloğlu duruşma savcısı olarak katıldığı dava duruşmalarında sanıkları yanıltma gayretinde olmuştur. Örneğin; 18.09.2019 tarihli duruşmada Tarkan Yavaş’ın sorgusundan sonra CMK m. 201 gereğince hazır bulunan Cumhuriyet Savcısı Caner Babaloğlu–o tarih itibariyle-dava dosyası içerisinde bulunmayan ve tamamen gerçek dışı olan bir sözde delil/bilgi üzerinden şöyle bir soru yöneltmiştir: “…aynı zamanda Hanife Akalın'ın iddialarının asılsız olduğunu söylüyorsunuz ya yine vakıf olmadığınızı düşünerekten ifade ediyorum. Yine avukatınız belki incelemiş olabilir. HTS analiz raporları dosya içerisinde mevcut. Yani olaylarda ismi geçen kişilerin ifadeleri bulundukları yer itibariyle baz istasyon bilgileriyle doğrulanıyor. Bu da görülüyor…” 

Ancak Savcı Caner Babaloğlu’nun iddiaları dosyanın gerçekleriyle uyuşmamaktadır. Çünkü bahsi geçen “müştekiler ile sanıkların ortak baz kayıtlarının tespiti” talebi İstanbul Mali Şubeden 05.11.2019 tarihinde talep edilmiş ve bu baz kayıtları 18.02.2020 tarihinde dava dosyasına girmiştir. 

Ayrıca bu baz kayıtları sonucuna göre de,  Hanife Akalın ile Tarkan Yavaş’ın ortak baz kayıtları bulunmamaktadır. Yani açıkça anlaşılmaktadır ki, Savcı Caner Babaloğlu duruşmada, Tarkan Yavaş’ın sorgusu sırasında, gerçeklikle uyuşmayan ve sanık aleyhine yargılamayı yapan heyette etki uyandırmaya yönelik taraflı ve hukuken hiçbir belgeye dayanmayan beyanda bulunmuştur.

 

3.2. Sanıklara Yönelik Çirkin Üslup:

11.03.2020 tarihli duruşmada dinlenen etkin pişman sanık Beril Koncagül ifadesi sırasında, “Adana’da Kapalı Cezaevi olmaması gerekçesiyle Yenişehir Cezaevi müdürünün kendisinin Adana’ya naklinin yapılamayacağını belirttiğini” ifade etmiştir. 

Bunun üzerine CMK m. 201 kapsamında bir kısım sanık müdafileri tarafından kendisine, “Adana’da Kapalı cezaevi olduğu ve cezaevi müdürünün neden bu şekilde kendisine gerçek dışı bir bilgi vermiş olabileceği” sorulmuştur. Savcı Caner Babaloğlu sorudan hemen sonra itiraz etmemiş, ancak sanık sorgusunun bitiminden sonra savunma makamının sorusuna karşı hukukçu ve tarafsızlık kimliğini kaybederek hatta kişiselleştirme dahi yaparak hukuki ve etik olmayan bir dille;“…Az evvel itirazda bulunmadık ama zannedersem adı Eşref bey, avukat bey. Sormuş olduğu sorular içerisinde bir kısım dezenformasyon olduğunu ve kayda geçmesi gerektiğini düşündüğüm için söylüyorum. Adana'da Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu var mıymış biz yani bir savcı olarak ben bilmiyorum, kendisi varsa ortaya koysun, en azından soruyu da o şekilde yöneltsin…”şeklinde beyanda bulunmuştur.

 

3.3. Gözaltı Müessesesinin Suistimal Edilmesi:

15.12.2020 tarihinde 2019/100369 numaralı soruşturma dosyasında Adnan Oktar camiasıyla bağlantılı olduğu iddia edilen 23 kişi hakkında gözaltı kararları verilmiş ve 19 kişi yapılan polis baskınlarıyla gözaltına alınmıştır.

Soruşturma gizli olmasına rağmen polis baskınlarının devam ettiği sırada basında haberler yapılmaya başlamış hatta bazı baskınlara basın mensuplarıyla beraber gidildiği görülmüştür. Örneğin Sinan Dolayman isimli kişi ters kelepçeli olarak evinden çıkartılırken boy boy fotoğrafları çekilmiş, uzun uzun kameralarla görüntülenmiştir. Hatta bu kişinin evinin bulunduğu sokak hatta apartmanı dahi ifşa edilerek alenen hedef gösterilmiştir. 

Sinan Dolayman Milli Eğitim Müdürlüğüne bağlı bir okulda Din Kültürü öğretmeni olarak görev yapmaktadır. Sırf basında “Adnan Oktar davasında kamuda görevli kişiler, öğretmenler gözaltına alındı” imajı verebilmek adına bu kişi haksız, hukuksuz ve insanlık dışı yöntemlerle mağdur edilmiştir. 

Ayrıca gizli soruşturmanın içeriği dosyanın husumetli müştekilerine de sızdırılmıştır. Husumetli müştekiler kendilerine ait sahte sosyal medya hesapları üzerinden bu baskınların yapılacağını önceden söyleyerek bizleri açık açık tehdit etmişlerdir. Hatta hangi şehirlerden kimlerin alınacağını dahi söylemişlerdir. Tüm bunlar husumetli müştekiler ile olan gayri hukuki bağlantıyı da gözler önüne sermektedir. 

Soruşturma dosyası gizliyken basın mensuplarıyla beraber adrese gidilmesinin ve operasyonlar hakkında müştekilere bilgi sızdırılmasının tek sorumlusu vardır, o da Savcı Serdar Akan’dır. Savcı Serdar Akan alenen görevini kötüye kullanmış, soruşturmanın gizliliğini, kişilerin masumiyet karineleri ihlal etmiş ve deyim yerindeyse soruşturmanın namusuna leke düşürmüştür. 

GÖZALTI KARARLARI TAMAMEN HAKSIZ VE HUKUKSUZ GEREKÇELERE DAYANMAKTADIR.  

Soruşturma gizli olduğundan dolayı dosyadan ve ifade tutanaklarından görülebildiği kadarıyla Türk hukuk tarihinde bugüne kadar verilmiş en keyfi, en haksız gözaltı ve tutuklama kararları alınmıştır. 

Savcı Serdar Akan gözaltına alına kişiler hakkında Eylül 2019 tarihinde CMK m.135 kapsamında iletişimin tespiti kararı almıştır. Bu kararın hangi Sulh Ceza Hakimliği tarafından kaç ay süreyle verildiği henüz bilinmemektedir. Ancak ifade tutanaklarına yansıyanlardan anlaşıldığı üzere 2 ay süreli verilmiş bir karardır. Ancak bu kararın CMK m.135’de sayılan zorunluluk hallerini taşımadığı çok açıktır. Ayrıca Savcı Serdar Akan yine aynı ay içerisinde, İstanbul 8. S.C.Hakimliği’nin 30.09.2019 tarih 2019/4436 D.iş sayılı kararıyla Teknik Araçlarla İzleme kararı almıştır.  

Ancak bu kararların uygulanmasının üzerinden 15 ay geçtikten sonra kişiler hakkında bir anda gözaltı kararları vermiştir. Sadece bu durum bile Savcı Serdar Akan’ın tabiri caizse “zaman mühendisliği” yaparak belli bir amaç peşinde olduğunu göstermektedir. Eğer ki bu kişiler hakkında gerekli araştırmalar yapılmış ve deliller toplanmışsa ve gözaltı ve tutuklama gerektirecek şekilde dosya tekemmül etmişse 15 ay beklemekteki hukuki fayda nedir? 

Savcı Serdar Akan mahkemeyi karar öncesinde kamuoyu baskısıyla etkilemeye çalışmıştır. Bunun aksini düşünmemiz mümkün değildir. Çünkü bunca zaman beklenip birden bire polis baskınları yapılmasının ve buralara tabiri caizse “tef çalar gibi” basın mensuplarıyla gidilmesinin başka bir amacının olmayacağı kanaatindeyiz. 

Tüm bu uygulamanın iyi niyetli olmadığının bir diğer delili ise, gözaltına alınan 19 kişinin 16’sının doğrudan savcılık tarafından serbest bırakılmasıdır. Savcı Serdar Akan 16 kişiyi serbest bırakarak kendince adaletli, hakkaniyetli karar vermiş görüntüsü çizmeye çalışsa da gerçekler öyle değildir. Bizler yaklaşık 2,5 yıldır bu dosya içerisinde birçok hukuksuzluk ve tabiri caizse “akıl oyunları” ile karşılaştık ki bu yapılanın altındaki gerçek niyeti de çok iyi görmekteyiz. 

Savcı Serdar Akan bu kişileri 15.12.2020 tarihinde gözaltına almış ve emniyet nezaretine göndermiştir. Hâlbuki bu kişilerin tamamı bir tebligatla ifade vermeye gelebilecek kişilerdir. 

Bu 19 kişinin büyük kısmının ifadesi 15.12.2020 tarihinde, bir kısmının ifadesi 16.12 ve 17.12 tarihlerinde alınmasına rağmen tamamı bakımından 2 günlük gözaltı süresinin yetmediğinden bahisle gözaltı süreleri uzatılmış ve tam 4 gün boyunca hepsi gözaltında tutulmuştur. Hâlbuki ifadesi alınan kişilerin adliyeye sevki sağlanabilecekken bu yapılmamış, kişiler günlerce gereksiz yere tutulmuşlardır.

Bu kişilerin büyük kısmı şehir dışından uzun ve zorlu yolculuklarla getirilmiş, kişisel ihtiyaçları karşılanmamış, uykusuz ve bitkin bırakılarak günlerce mağdur edilmişlerdir. Hatta Hülya Şeref isimli hanımefendi 60 yaşında olmasına ve komaya girecek düzeyde şeker hastası olmasına rağmen zorla gözaltına alınmıştır. Polis baskını sırasında fenalaşmış, şekeri 340 seviyelerine çıkmış ancak buna rağmen savcılık talimatıyla gözaltına alınmıştır. Bu kişinin tek suçu öz kardeşi ve eniştesinin davasını takip etmek, onlara destek olmaktır. 

Hülya Şeref gözaltında da çok zorlanmış, şeker seviyesi 340’a çıkıp 40’lara inmiştir. Bu şekilde sürekli olarak oynamalar olmuştur. Avukatları bu durumu hem emniyete hem Savcı Serdar Akan’a defalarca bildirmiştir. Hülya Şeref arkadaşımızın ablası olduğu için bizim de kendisine “Hülya abla” diye hitap ettiğimiz bir kişidir. Hülya ablanın ifadesinin aynı gün alınmış olmasına ve rahatsızlıkları, sağlık raporları vs Savcı Serdar Akan’a defalarca sunulmasına rağmen tam 4 gün boyunca gözaltında tutulmuştur. 

Savcı Serdar Akan bu kişileri gereksiz yere 4 gün boyunca gözaltında tutmuştur. Bu kasıtlı olarak yapılan haksız tutuklamanın aynı zamanda TCK m.109’da tanımlanan kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma suçunu oluşturduğunu düşünmekteyiz. 

ANCAK BURADA SAYIN BAŞSAVCILIĞINIZIN DİKKATİNE SUNMAK İSTEDİĞİMİZ ÇOK ÖNEMLİ BİR HUSUS DAHA BULUNMAKTADIR. Savcı Serdar Akan hukuki kılıf altında hukuksuzluk amaçlamaktadır. Buradaki gerçek niyetin;

– Kişileri haksız şekilde gözaltına alıp kanunların tanıdığı süre boyunca tutarak psikolojik baskı/işkence uygulamak ve bu kişileri etkin pişmanlık müessesine zorlayarak sözde itirafçı olmalarını sağlamak, 

– Polis baskınları ile cep telefonları, bilgisayarlar vb dijital materyallere el koymak ve evlerinde aramalar yaparak kişileri rahatsız etmek 

olduğunu düşünüyoruz. 

Çünkü 16 kişinin sadece ifade alınarak serbest bırakılmasının ancak buna rağmen emniyet ifadelerinin ardından günlerce haksız yere gözaltına tutulmalarının başka bir nedeni olamayacağı kanaatindeyiz.

SAVCI SERDAR AKAN BU KİŞİLERE BİR CUMHURİYET SAVCISININ CİDDİYETİNE YAKIŞMAYACAK SORULAR YÖNELTMİŞTİR.  

Gözaltına alınan kişilerin üçü hariç tamamının savcılık tarafından serbest bırakılması, haklarındaki iddiaların yersiz olduğunu ve gözaltının tamamen keyfi olduğunu göstermektedir. 

Bu nedenle de kişilere sorulan sorular da oldukça mantıksız ve bir Cumhuriyet Savcısının ciddiyetine yakışmayacak sorular olmuştur. Savcı Serdar Akan teknik takip sonucunda bu kişilerin Silivri’de yapılan duruşmalara katıldıklarını tespit etmiş ve bu kişilere “neden duruşmaya gittin” şeklinde sorular yöneltmiştir. Duruşmalar herkesi açıktır ve duruşmaya gitmek serbesttir. Üstelik bu kişilerin bir kısmı duruşmalarda yargılananların akrabalarıdır, örneğin Hülya Şeref’in bu davada öz kardeşi ve eniştesi yargılanmaktadır. Bu kişiye bile niçin duruşmaya gittiği sorulmuştur. 

Bu kişilere yıllar önce gönderdikleri birkaç yüz liralık para transferleri sorulmuştur. Örneğin Tuba Doker’e “2013 yılında Mustafa Kurtuluş isimli kişiye niçin 275 TL gönderdin” diye sorulmuştur. Ancak bu hesap hareketine dair “açıklama” bölümü kasıtlı olarak soruya eklenmemiştir.

Yine bu kişilere 2000’li, 2010’lu yıllarda Global Yayıncılık isimli şirketten aldıkları kitapları ne amaçla aldıkları sorulmuştur. Yani Kültür Bakanlığından onaylı ve tüm dünya çapında satılan kitaplar ülkemizde savcılık eliyle sorgulanır hale gelmiştir. 

Hakkında hiçbir cinsel suç isnadı olmayan kişilere “copy-paste” mantığında eklenen sorularda sözde turnike adı verilen iğrenç ve uydurma sisteme dahil olup olmadıkları sorulmuştur. Bu iddiaların hiçbir şekilde muhatabı olmayan bayanlara bu soruların yöneltilmesi ciddiyetsiz, özensiz ve iyi niyetten uzak bir uygulamanın tezahürüdür.

60 yaşındaki Hülya Şeref hanımefendiye bile “turnike olarak adlandırılan sistem içinde yer aldınız mı? Böyle bir olay esnasında ilişkiye girdiğiniz örgüt üyeleri kimlerdir? Görüntüleriniz çekilip kayıt altına alındı mı?” şeklinde, hicap duyulacak, utanılacak sorular yöneltilmiştir. Hakkında bu yönde bir iftirayı dile getiren bir kişi dahi olmamasına, Adnan Oktar camiası ile tek bağlantısı kızkardeşi ve eniştesi olmasına rağmen, bu kadar haksız ve hukuksuz, bu kadar ağır bir haysiyet cellatlığı yapılması Cumhuriyetimizin bir savcısına yakışmamaktadır. 

Ayrıca sayfalarca telefon tape dökümleri ifade tutanaklarına eklenmiş ve bu konuşmaların neden yapıldığı sorulmuştur ancak konuşma içerikleri incelendiğinde sözde örgüt üyeliği olarak itham edilebilecek tek bir tane bile konuşma görülmemektedir. 

Yine Hülya Şeref hanım özelinde bakacak olursak, kız kardeşinin ve eniştesinin yargılandığı duruşmalar hakkında bazı tanıdıklarına, yargılanan kişilerin akrabalarına, yanında çalışan hizmetli bayana vs. bilgi vermesi dahi tapelere yansıtılmış, kendisine “nasıl olur da dava süreci hakkında birilerine bilgi verirsin?” gibisinden sorular yöneltilmiştir.

Hülya Şeref hanıma tekrar tekrar arkadaş camiamızdan birilerinden para alıp almadığı, evinde para saklayıp saklamadığı sorulmuş, bu sorular yöneltilirken görülen dava kapsamında ifadesine başvurulmuş müşteki ve etkin pişmanların soyut beyanları kullanılmıştır. ANCAK İŞİN TUHAF YANI, savcı SERDAR AKAN bu beyanlara zaten operasyon yapmadan önce de vakıftır ve bu yüzden de 11.07.2018 tarihli polis operasyonunda baskın yapılan evlerden birisi de Hülya Hanım’ın evi olmuştur. 

Yani 2,5 yıl önce bu soruların cevapları aranmış, camiayla bağlantısı olmamasına rağmen Hülya Hanım’ın evine de sabaha karşı baskın düzenlenmiş ve şimdi kendisine yöneltilen soruların cevapları ta o tarihte araştırılmış ve HİÇBİR PARA, İDDİALARIN KARŞILIĞI OLAN HİÇBİR ŞEY BULUNAMAMIŞTIR. Bunlar zaten aranmış ve bulunmamışken, 2,5 yıl sonra Hülya Hanım’ın sağlığını tehlikeye atarak tekrar gözaltına alınması, tekrar aynı soruların sorulması hukukla, vicdanla bağdaşmamaktadır.  

Özetle kişilere sorulan sorular ile yöneltilen isnatlar arasında hiçbir illiyet bağı yoktur. Tüm bu yapılan deyim yerindeyse boş atıp dolu tutmak çabasıdır. Yapılan haksızlık ve hukuksuzluk gün gibi ortadadır. 

Ayrıca 15.04.2020 tarihinde Resmi Gazetede yayınlayarak yürürlüğe giren 7242 sayılı “Ceza ve Güvenlik Tedbirinin İnfazı Hakkında Kanun” uyarınca dosyamız kapsamında sözde örgüt üyeliği ile suçlanan kişilerin –kabul etmemekle birlikte- ceza alsalar dahi yatarı bulunmamaktadır. Ancak bu kişiler hakkında haksız gerekçelerin arkasına sığınılarak tutuklama kararları verilmiştir.

 





[1] Yargıtay 4. Ceza Dairesi_2019_3037 ses kaydı hukuka aykırı delil.pdf

[2] Yargıtay CGK, T. 01.04.1991, E. 1991/75, K. 1991/103